Cuma, Temmuz 12, 2013

Limonlu Pastanın Sıradışı Hüznü

-Bir gün, mutsuzluğu, acıları ve arzuları, en derindeki sırları görme yeteneğin olduğunu keşfetseydin…
Bir gün, sana gülümseyen yüzlerin ardını görüp sana en yakın kişinin yüreğinde kilitlediği kapıları aralasaydın, ne yapardın?



   Dokuz yaşında bir kız olan Rose’n yemeklerin içinde yapanın duygularını anlamasıyla başlayan hikaye bir ailenin ilginç dramıyla devam ediyor. Oğluna fazlasıyla düşkün sevgi dolu bir annenin kızı tarafından görünenin dışındaki halinin keşfedilmesiyle bir dünyanın yeninden kurulmasını anlatıyor.

   Büyümeye çalışırken aynı zamanda ailesinin parçalanışını, ağabeyi ve babasının bazı yetenekleri olduğunu, bunların hayatlarını ne kadar zorlaştırdığını yaşayarak öğrenen Rose, annesinin limonlu pastasından bir dilim yediğinde birden bire annesinin tüm gizli duygularını da tatmış olur ve kendi yeteneğinin de farkına varır. Her zaman gülümseyen annesinin aslında içinden nasıl acılar yaşadığını görür.


   Acı ve tatlısıyla birlikte, ailesinin hikayesi, ilk aşkı, arkadaşlık ilişkileri yeteneğinin etrafında değişmekte sahip olduğu dünyayı bir arada tutmaya çalışırken geleceğine dair tercihleri kaçıran Rose, aynı zamanda dünyayı gördüğü yerden yorumlamaktadır.

   Aimee Bender, süper güçlerin her zaman mükemmel bir durum olarak yansıtılmasına karşıt bir düşünce geliştirmiş ve bunun sahip olan kişinin hayatını nasıl parçaladığını anlatmış. Rose’n hikayesi o kadar durgun ve hüzünlü ki okuyanı yaşadığı dramın içine sokup, aynı düşüncelere itmeyi kasten yapıyor. Çocukların söylenenin dışındaki olaylara dikkat etmediğini düşünen ailelerin durumunun temel alındığı duygu dolu bir roman olmuş.

   Gerek ismi olsun gerekse kitabın kapağı olsun ana tema olan hüznü en sade haliyle ifade etmiş. Seveceğiniz, benimseyeceğiniz, sonra üzülüp neden böyle bir şey okudum ki diye hayıflanacağınız, sonra tekrar seveceğiniz bir hikaye, bir pasta yemenin zevkini ve pişmanlığını yaratacak türden:)

Kitapta yazma gereği duyduğum kısım şu oldu,

Sanki sandviçin kendisi bana bağırıyordu; Beni sevin, beni sevin, diye basbayağı yüksek sesle bağırıyordu. Tezgahtaki adam beni dikkatle süzüyordu.
'Hımm', dedim.
'Kız arkadaşım yaptı' dedi adam.
George, 'sandviçleri kız arkadaşınız mı hazırlıyor?' diye sordu.
Adam, 'Hoşuna gidiyor' dedi.
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Sandviçi bıraktım.
'Ne var?' dedi adam.
'Sandviç, sizden onu sevmenizi istiyor' dedim..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder