Salı, Şubat 25, 2014

Hansel&Gretel'de Bir Gün


   


   Hansel ve Gretel i bilmeyen var mı aranızda? Hani duvarları ekmekten, çatısı pastadan ve pencereleri şekerden evin olduğu masal..

   Masaldaki ev ne kadar güzelse Hansel&Gretel Butik pastaları, cupcake ve kurabiyeleri de işte o kadar güzel! Masal anlatmayacağım tabii pasta tasarımı yapan, Butik Pastacılık kitabını yazan Işıl Hanım benim asıl bahsetmek istediğim. 

   Dün pastacılık kursuna başladım. Bir ay boyunca her pazar birçok şey öğrenmek ve çook keyifli vakit geçirmek için Acıbadem'in yolunu tutacağım. Paket programın ilk dersi olan kurabiye yapımı ve süsleme ile başladım dün. Mıncık mıncık yapa yapa hem oynadım hem öğrendim. Tabii hem hızlı olup hem güzel bir şey çıkartmaya da çalıştım ki neler yapabiliyorum görmek için. Şimdilik tam acemi işi. Fakat ayın sonunda görün siz beni bir de!

   Aranızda cupcake'in en sevimlisini, pastanın en şahanesini, figürlerin en çeşitlisini yapabilmek isteyen varsa bence bir göz atın. Hatta kursa gelin:) Kendinize bile şaşıyorsunuz gün sonunda yaptığınız şeyleri gördüğünüzde!

   Kurabiyeleri yapmak isterseniz diye tarifini veriyorum. Üzerini ister şeker hamuru ile süsleyin ister royal icing ile.. Konuşturun hayal gücünüzü bakalım..



Kurabiye 

1 cup katı yağ (225 gr)
1 cup pudra şekeri
1 yumurta
1 çorba kaşığı süt
1 çimdik tuz
3 cup un
Dilediğiniz baharatlar

Yağ ile şekeri çırpın. 
Yumurta ve sütü ilave edin. Çırpmaya devam edin.
Tezgaha un, tuz ve eklemek istediğiniz baharatı dökün. Ortasını açın ve yumurtalı karışımı ilave edin. Yoğurun.
Daha sonra açın ve şekil verin.
Küçük ama önemli bir bilgi vereyim. Kakao eklemek isterseniz 3 yemek kaşığı unu azaltıp 2,5 kaşık kakao ilave edin.

Royal Icing

(Büyükçe bir kurabiyeden 5-6 adet süslemeye yetecek kadar)

1 yumurta akı
200 gr pudra şekeri
Birkaç damla limon

Yumurta akını karıştırma kabına koyun. Köpük olmamasına gayret ederek karıştırın. 
Pudra şekeri 200 gr yazıldı fakat siz her yumurta başına 250 gr şeker bulundurun.
Yumurta akı ve şekeri yavaş yavaş karıştırın ve mikserin ucuyla kremaya verdiğiniz şekil 8 saniye kadar aynı şekilde kalıyorsa yoğunluğu olmuş demektir.
Dilerseniz sıvı gıda boyası ile renklendirip kullanabilirsiniz.
Afiyet olsuun:)

   

    
   

Cuma, Şubat 21, 2014

Şarap Sevdiren Film -Sideways


      Miles ve Jack, orta yaşa gelmiş olmalarına rağmen hala hayatlarını istedikleri düzene oturtamamış iki eski arkadaşlar. 2 yıl önce boşanmasına rağmen hayata uyum sağlayamayan, İngilizce öğretmenliği yaparken yazar olmayı umut eden Miles, üniversiteden arkadaşı, eski pembe dizi ve reklam oyuncusu Jack’i, sık sık ziyaret ettiği California Santa Ynez vadisindeki üzüm bağlarında geziye çıkarır. Miles’ın amacı; iyi şaraplar tadıp lezzetli yemekler yiyip golf oynayarak Jack’e kutlama hediyesi vermektir. Jack ise bir hafta sonra yapılacak düğünü öncesi son kez özgürlüğün tadını çıkarıp Miles’ı da buna ortak ederek çapkınlık yapmak arzusundadır. Şarap garsonu Maya ve şarap tattırıcısı Stephanie, kısa sürede bu gezinin parçası haline gelir.



   Bu film, Santa Ynez turizmine sağladığı katkı, Pinot noir ve Merlot satışlarına etkisiyle de dikkat çekti. Filmin gösterildiği yıl, Miles’in öve öve bitiremediği Pinot noir satışları yüzde 16 artış sağlarken Merlot satışları ise yüzde 2 düştü.



   Miles’ın Pinot Noir sevgisinin altındaki nedenleri filmin ortalarına doğru kendi ağzından dinliyoruz: 'Yetiştirilmesi zor. Kalın kabuklu, erken olgunlaşıyor, sürekli bakım istiyor. Dünyanın gözden uzak yerlerinde yetişiyor. En sabırlı, tutkulu bahçıvanlar yetiştiriyor. Onun verebileceklerini anlamak için zaman ayıran üreticiler onu en iyi şekilde değerlendiriyor. Tadı akıldan çıkmaz, gezegenin en eski lezzeti.'
Miles’ın romantik bir ilişki yaşadığı Maya şarapta ne buluyor dersiniz? 'Aslında şarabı düşünmeyi severim. Nasıl canlı bir şey olduğunu. Üzümlerin yetiştiği yıl olanları düşünmeyi severim. Güneşin nasıl parladığını, yağmur yağıp yağmadığını. Üzümleri yetiştirip toplayan insanları düşünmeyi severim. Eğer yıllanmış bir şarapsa kaç tanesinin ölmüş olduğunu. Şarabın sürekli gelişmesini severim. Bugün açtığım şişeyi başka bir gün açsaydım nasıl farklı olacağını. Çünkü bir şişe şarap canlı bir şeydir. Sürekli gelişir ve karmaşıklaşır..'



   2004 Altın Küre’de En İyi Film Ödülü’nü de alan Sideways, şarap kültürüne girişi sağlıyor. Film mekanı olarak dünya çapında şarap imalathaneleriyle ünlü California Santa Ynez vadisinin seçilmesi elbette şaşırtıcı değil. Gezinin ilk durağında Miles’dan gözlemleyip, koklayıp, içerek şarabın nasıl tadılacağını öğreniyoruz. Sadece bir şarap veya üzüm çeşidinin bile şarap tutkusu yaratabileceğini anlıyoruz. Şarap mahzeni veya koleksiyonu, tutkunlarının şaraba yaklaşımları hakkında işaretler içeriyor. Miles, Maya, Jack ve Stephanie’nin çıktıkları yemekte masaya gelip giden şaraplarla, her yemekle ayrı şarap içildiğine tanık oluyoruz.



   Bu filmi, sevdiğiniz bir şarabı yudumlayarak izlemenizi öneririm. Ben de Miles’ın beğenisini dikkate alarak en kısa zamanda Pinot Noir içeceğim:)
   

Perşembe, Şubat 20, 2014

Mis Havada Pek Keyiflisin Bebek Koru Kahve



      Mis gibi hava var dışarıda. Tabii güneşi yakalamışken evde oturmak olur mu? Atlayıp gitmek lazım ya Caddebostan sahile ya da Bebek tarafına. Bebek tercih edilirse önce güzel bir yürüyüş yapılır. Sonra Bebek Koru Kahve'ye gidilir, güneş alan bir masaya oturup elinizde gazete, karşınızda parıldayan bir deniz kahvenizi yudumlamak en keyif verecek aktivite bence. Bir de baharı özlüyor iseniz değmeyelim keyfinize. 

   Tabii hafta içi olduğu için öyle fazla bir yoğunluk olmuyor. Aranızda şuna çalışanlar varsa üzülmeyin ben orada olacağım için bir kahve de sizin için içerim:) Denize doğru.. Oh mis!

   Özellikle cumartesi ve pazar sabahları açık büfe kahvaltıları ile çok rağbet gören Bebek Koru Kahvesi, dekorasyonunda bolca kullanılan ahşapla, misafirlerine ev sıcaklığını hissettiriyor. İçeri girdiğinizde göze çarpan loş ışıklar, duvar aplikleri, tablolar mekânı büyülü kılan etkenlerden birkaçı. Babaannenizi ziyarete gitmiş balkonda oturuyormuş hissi veriyor yani. 

   Krep hamuruna karışık sebzeli tavuk sarılmasıyla hazırlanan Koru Böreği, Ispanaklı Krep ve çıtır tavuk pane, soğan halkaları, patates kroketten oluşan sıcak tabak başlangıç alternatifleri arasında. Hafif bir şeyler yemek istiyorsanız, Parmesanlı Roka Salatası, Susamlı Tavuk Salata, Stragonof Salata ve Deniz Salata arasından seçim yapabiliyorsunuz.

   Cafe de Paris Soslu Bonfile, Sebzeli Noodle Yatağında sunulan ızgara Levrek/Somon/Karides, Beef Stragonof, Krema Soslu Fettucini yatağında Mantar Soslu Bonfile, Köri Soslu Ananaslı Tavuk gibi lezzetler ise, müdavimler tarafından çok tercih edilen klasikleşmiş yemekler. Cheesecake, Mozaik Pasta, Brownie gibi tatlıların dışında yaz mevsiminde Rokoko ve Parfe menüye giriyor.

   Şarap ve içki menüsü ise misafirlere bolca alternatif sunuyor. Her gün 17.00-19.00 arası Happy Hour’da içkiler %50 indirimli olarak servis ediliyor. 

   Ben kahvemi yudumlarken çalışanlara kolaylıklar, çalışmayanları ise buraya beklerim:)

Çarşamba, Şubat 19, 2014

Zaman.. Ve Sangria


   


   Zaman çok hızlı geçiyor iki yanımdan şimdilerde, kendi yerimi ve yanımdakileri korumak bile çok fazla enerji istiyor. Öyle bir hız ki, ardından bakarken hayran bıraktırıyor kendisine, vay canına. Allah biliyor ya, göz açıp kapayıncaya kadar değiştiriyor insanları zaman, değiştiriveriyor demek daha doğru aslında..

   Önce asla büyümeyeceğini sandığın insanların büyüdüğünü görüyorsun, gözlerin hayretle açılıyor. Hiç kapanmayacağını sandığın defterleri kapatıyorsun sonra, hesaplarını kesiyorsun bir bir. Hiç söylemeyeceğini düşündüğün sözlerin bir anda ağzından çıktığını duyuyor kulakların ve hiç duymayacağını sandıklarını da karşında buluyorsun - hem iyi hem kötü anlamda. Mutlak siyah dediklerini aklıyor ellerin yeri gelince, kar beyazı karartıyor gözlerin isteyince. Asla ayrılamayacağını sandığın evinden ayrılırken buluyorsun kendini, hiç alışamayacakmışsın gibi hissettiren o yer yeni evin oluyor ansızın.

   Alışkanlıklar ediniyorsun fark etmeden. Zaman dokunuyor, alışkanlıklarını yıkıyorsun; zaman dokunuyor, yenilerini koyuyorsun yerlerine. Zaman geliyor, buz tutuyor kalbinin toprakları. Zamanı geliyor, gün ışıyor ve mis kokulu yağmurlar yağıyor kalbine, kimi ne kadar sevdiğini anlatamayacak gibi oluyorsun. Zaman istiyor, sözler veriyorsun tutman gereken ve zaman istediğinde bozuyorsun. Ne çok kızıyorsun ve kararlar alıyorsun öyle zamanlarda, bazen de mutluluktan verdiğin sözlerin haddini hesabını tutamıyorsun.

   Zaman isterse sorular bırakıp gidiyor; zaman geliyor, cevaplar buluyorsun. Ölene kadar arayacağını düşünüyorsun zaman zaman, bazen de varmaktan korkuyorsun ömrün boyunca yürüdüğün yolun sonuna.

   Seviveriyorsun aniden, ellerini bomboş görüyorsun derken. Yaşlanıyor birden ellerin, kırış kırış çizgileri ve çatlakları sayıyorsun. Zamanı gelince ağlıyorsun, zamanı gelince gideceğini biliyorsun. Zamanı gelince senin de gitmek zorunda kalacağını hissediyorsun. Beklediklerin gelmedikçe beklememeyi bekliyor insan kendinden, zamanı gelince öğreniyorsun. Zamanı gelince gözbebeklerin sabitleniyor birden, karşında onun hayaletini görüyorsun ve zamanın geldiğini söylüyor.

Zamanı geldiğinde, onun ellerini tutarak yürüyorsun zamanın durduğu yere..


Bu yazıya da yemek tarifi yerine güzel bir içecek gidiyor aslında..


Sangria
   
1 litre kırmızı şarap
100 gr toz şeker
3 limon
3 portakal
1 greyfurt
Yarım muskat
1 tatlı kaşığı tarçın
3 şişe soda

Portakal, limon ve greyfurtları yıkayıp kurulayın. Halka şeklinde dilimleyin. 
Şeker ve kırmızı şarabı bir cam kaseye alıp karıştırın. 
Muskatı rendeleyip ekleyin. Tarçını ilave edin. 
Meyveleri ekleyip karıştırın. 
Buzdolabında 1 saat bekletin. 
Meyveleri bardaklara paylaştırın. 
Bardakların 2/3’ünü şarap karışımı ile doldurun. 1-2 küp buz ekleyin. 

Kalanını soda ile tamamlayıp servis yapın.

Salı, Şubat 18, 2014

Bazı Kişileri Makarna Yapabiliriz Aslında!



      Her yağmur yağdığında düşünürüm ben. “Yüce rabbim yine makarna süzüyor..” diye. Şimşekler de aslında ocak çakmağı olabilir…

   Evrenin bize sunduğu doyurucu bileşenlerin en babasıdır makarna. Bukalemun gıdadır, siyah ayakkabı gibidir. Her şeye uyum sağlar. Hem avamdır hem burjuvadır. Fesleğen-mantar-tavuk makarna ilişkisi acayip entrikalıdır. Közde patlıcanla kaçamağı herkes tarafından onaylanmaz. Ketçap ve mayonezle bileşimi çok rutindir. Ve krema cilasıdır onun. Yoğurt komşusudur. Herkes için bir şekli vardır, düdükler için bile..

   Öğrenci evlerinin demirbaşıdır. Bir kişi 4 yıllık öğrencilik yaşamı boyunca ortalama 385 kg makarna yer. Bence... Yani öyle hesapladım.

   Mesela makarnayı müzik gurubundan çıkarmak istediğin elemanlar için kullanabilirsin. Gruptan birinin çıkarılmasına karar veriliyor diyelim. Bir evde toplanırsın. Makarna pişiriliyor, yeniyor, konu açılıyor. Hallediyorsun elemanı. Sonra sorsalar nerde nasıl falan diye. Makarna yaptık biz onu der çıkarsın işin içinden.. Yok mu sizin de öyle makarna yapmak istedikleriniz? Bazen çok orjinal oluyorum!

   Kuskus vardır bir de.. Biraz karaktersiz.. Pilav mı makarna mı kararsız. Makarnaya daha yakın durmakta.. Adı değişik olsaydı belki daha sevimli olabilirdi.

   Erişte var ya erişte işte o anadolunun makarnası. İmece usulü.. Çemberini örtüp “hamur yapmak” amacıyla bir evde toplanan tombik tombik, göbekli, memeli teyzelerin hep beraber el attıkları erişte. O muhabbetler süper. Paylaşım süper. Makarna fabrikalarındaki gibi değil hiçbir şey. O hamurlar açılır kesilir, bir kısmı katmer gibi pişirilir, yanına çay demlenir.. Teşekkür anlamında sunulan bir hamur parçası, bir ince belli ne güzel. Belki de asla teşekkür beklemeyen kadınlar ve misafirperver bir ev sahibesidir. Şehir bozdu bizi. Kevgirden tam geçemedik.. Rabbim bizi süz.. Gerekirse makarna yap..



   İşte bu sebepten vazgeçilmezlerimizden olan makarna artık İtalyan mutfağı sayesinde ana yemek olarak hayatımızdaki yerini alıyor. Bu kitapta penneden tagliatelleye, orecchietteden ditaliniye kadar pek çok farklı makarna çeşidini ve onlara en çok yakışan soslar mevcut. İster şipşak hazırlanan kolay yemekler olsun, ister gerçek bir ustalık gerektiren tarifler.. Aradığınız çözüm bu sayfalarda. Et soslu, deniz ürünlü veya sebzeli makarnalar, diyet tarifler, rengarenk makarna salataları, mikrodalgada yapabileceğiniz tarifler, içi dolgulu makarnalar veya bayramlara özel yemeklerin hepsi şimdi tek bir başlık altında toplanmış. Her tarifin hazırlanma süresine ve o tarifin yanına en çok yakışan şarapa da ayrıca yer verilmiş.

   Bu kitap o kadar lezzetli ki bloguma her gün yazmadığım için kendime kızdım! Bir sürü lezzetli şeyi ertelediğim için...
   

   

Perşembe, Şubat 13, 2014

Tekerleme İsminden Köy!


    
   Hayır, harflere gelişigüzel basmadım. Galler'in Anglesey adasındaki bu köye gitmeye karar vermek ismini söylemekten daha kolay.



   Gerçekten enteresan. Elbette bu sevimli kasabanın var oluş amacı garip bir isme sahip olmak değil. Aslına bakarsanız insanlar 6000 yıldır bu bölgede yaşıyorlarmış. Tabii yaşıyorlarmış diyorsak fazla büyütmeye gerek yok, örneğin 1563'te 80 kişi yaşıyormuş. 1801'e kadar nüfus o kadar artış göstermiş ki 385 kişiye ulaşmış. Ne zaman ki tren yolu yapılmış, köy bir anda büyümüş, dükkanlar fabrikalar falan açılmış.


   Elbette 1. Dünya Savaşı sonrasında dönen askerler işsizlikten göç edip köyün bu hızlı ilerlemesini biraz yavaşlatmışlarsa da, sonrasında Llanfairpwllgwyngyllgogerychwyrndrobwllllantysiliogogogoch tekrar şaşaalı günlerine dönmüş ve bugün 3040 kişilik mutlu ve muhtemelen dilleri dolanmış nüfusa ev sahipliği yapıyor.

   Anlayabileceğiniz gibi aslında köyün tüm turistik özellikleri köyün isminde toplanmış. Bunun amacı da trenyolu ilk yapıldığında yolcuların burada da durması, etrafı gezmesi ve elbette esnafa para kazandırması. Gerçekten tur planı gibi bir isim koyarak reklamın iyisini yapanları tebrik ediyorum.


   Gelelim bu sıra dışı ismin anlamına…
“Aziz Tsilio’daki kırmızı mağaranın yakınlarında hızla dönen kasırga rüzgarlarının ortasında beyaz ceviz ağaçlarının yer aldığı çukurluktaki Kutsal Meryem kilisesi” :) XIX. yüzyılda burada yaşayan bir ayakkabıcı, köyünün yakınından geçen Londra-Manchester trenlerinin Anglesey yakınında durabilmesi için gerekli olan garın yapımını sağlamak amacıyla bu tekerlemeyi bulmuş.


   Oralara kadar gitmişken Anglesey Markizi'nin konağını görmeden olmaz. Plas Newydd isimli bu güzel yer özellikle bahçeleriyle ünlü.

   Peki, nasıl gidilir? Öncelikle Liverpool'a falan gidin. Sonra tren istasyonuna gidip Llanfairpwllgwyngyllgogerychwyrndrobwllllantysiliogogogoch'a bilet isteyin. Siz bileti isterken mümkünse birisi sizi kameraya çeksin. Sonra o görüntüleri bana yollayın. Sonra trene binin ve aşağıdaki durakta inin. Ben yazarken bile çok eğlendim, siz gezerken ne biçim eğlenirsiniz kim bilir.


   Giddy Aunt's Tea Room çok meşhurmuş. Fotoğrafına baktığımda ise sanki burada Şirinler yaşıyormuş hissine kapıldım! 

    Şemsipaşapasajındasesibüzüşesiceler'de bir yer açsam gelir misiniz?

   Dünyanın daha garip bir yerinde görüşene kadar, bon voyage!

Pazartesi, Şubat 03, 2014

Daha 19 Yaşında Düşlerinde Özgür Dünya


      Bir gün ekmek almaya giderken başınızdan vurulup 14 yaşında komalık olabilirsiniz. Özgürlüğünüz için direnirken ara sokakta sıkıştırılıp dövülerek daha 19 yaşındayken öldürülebilirsiniz. Tecavüze uğrayıp hakkınızda 'rızası vardı' kararı alınabilir. Kahrınızdan ve acıdan ölebilirsiniz. Her an yolda size bir Bakan evladı çarpabilir ve ölebilirsiniz. Ölen öldüğüyle kalır da evladı sizin asla yaşayamayacağınız bir hayat yaşayabilir. Ceza mı? 'Bir bakanın oğlunun gözaltına alındığını basından öğrenmesi kadar acılı bir olay düşünülebilir mi' diyen bülent arınç gibileri ceza alır mı hiç? Ölen gencecik canların ailelerine sorulmalı asıl acı nasıl bir şeymiş diye..

   Van'da doğmuş olabilirsiniz. Depremde evinizi kaybetmiş ne acıdır ki hala çadırda yaşıyor olabilirsiniz. Ve bir Suriyeli kadar şansınız olmayabilir. Ne de olsa oralardan Türkiye'ye gelen ve yerleşenlerin başını sokacakları bir evleri var.

   17 yaşında ve henüz bir çocuk olabilir ve asılabilirsiniz bu ülkede. Korkup babanıza sığınmazsınız. Haketmediğiniz ölüme büyük cesaretle yürüyebilirsiniz. Hakkınızda 'PKK'nın kullandığı yolları kullanıyorlardı, göze almışlardır' denebilir ve Uludere'de katliamda canınızı YANLIŞLIKLA alabilirler. Kendi vergi kaçakçılıklarını, naylon faturalarını, soygunlarını görmezler. Ölür gidersiniz..
   İnsanların f-16'larla bombalanmasını, parçalarının poşetlerle toplanmasını "Tabutlarındaki bayrakları gördük" diyerek haklı çıkartabiliyorsanız kendi içinizde, insan vicdanı olmadan nasıl yaşar diye sorarım ben size..

   Madımak otelinde olabilirsiniz bir gece.. Yakılarak öldürülebilirsiniz bu ülkede. Neden mi? Aydınsınız, cumhuriyetçisiniz. Peki ya orada olan, yanan günahsız çocuklar? O gün şenlikti. Nasıl olmuştu da yanmışlardı..

   Uğur Mumcu olur bir pazar sabahı arabanıza koyulan bomba yüzünden ölebilirsiniz isimsiz korkuları katmadığınız için yüreğinize, bembeyaz doğruları yaşadığınız için ölümüne..
   
   Bugün Ali İsmail Korkmaz'ın duruşması var. Ona her tekme atan, her sopa savuran cezasını ne kadar çeker ya da bu bizi ne kadar tatmin eder bilmiyorum ama benim hala canım yanıyor hem ona hem ölen gencecik canlara..

   Yaşamaktan utanıyorum bazen. Çirkin insanlar var bu ülkede. Senin, benim aklımızın almayacağı. Sevilmemişler, sevişmemişler. Bilmemişler insanın biricikliğini. Bir tarafını yırttığı ve hiç anlamadığı o inanç sisteminde, insan hayatının kutsallığını içeren sayfaları çöpe atmışlar. Çünkü onlar işlerine gelene inanırlar. Ben namaz kılmam, oruç da tutmam ama can düşmanımın bile canının yanmasına dayanamam. 

   Ne insan yakması yahu? Ben pilavın altı yanınca bile üzülüyorum..

   

   

   
   

   

Perşembe, Ocak 30, 2014

Kidzmondo- Üzgünüm Sadece Çocuklara Özel!


   Şaşırtıcı, sürpriz dolu, büyümüş de küçülmüş bir şehir var karşımda...

Hamburgercisinden bankasına, karakoluna hatta üniversitesine kadar; 
Her şeyin bire bir kopyalandığı bir çocuk şehri bu...
Havaalanı, itfaiye binası, televizyon stüdyosu, hastanesi de işin bonusu... 
Hele hastanenin acil servisini, ameliyathanesini ve yeni doğan ünitesini görünce hayretler içinde kaldım.
Trump Alışveriş Merkezi’ndeki KidzMondo’dan söz ediyorum... 



   Sevgili Tuba ablacığım yarıyıl tatilini fırsat bilip birkaç günlüğüne İstanbul'a kaçtı miniklerle birlikte. Gelmeden önce programı yapmış ve İstanbul'da yaşayanların bile henüz gitmediği günde biz gidip görmüş olduk. İtiraf etmeliyim ki çocuklara özel büyük oyun salonu gibi bir yerdir herhalde diye düşündüm. İçeri girince beş saat boyunca ağzım açık ayran budalası gibi dolaştım durdum. Her gördüğüm yeni şey şaşkınlığımı ve hayranlığımı biraz daha artırdı. Çocukların yetişkin rolü oynadıkları, kendi mesleklerini seçebildikleri, lideri olmayan, kendi anayasasına sahip, demokrasi ile yönetilen bağımsız bir cumhuriyet sanki KidzMondo.



   Burada bütün “kidizen”lar eşit. Kendi para birimleri olan Kidlar’ı kullanıyorlar. 
Ve paranın ağaçta yetişmediğinin bilincine varıyorlar. Umarım iltica talebimi kabul ederler ve hayatımın kalanını bir kidizen olarak geçiririm diye hayal etmedim desem yalan olur.
“Yetişkinler hiçbir şeyi hiçbir zaman kendi başlarına anlamazlar, çocuklar da onlara anlatmaktan bıkıp usanır” diyen Küçük Prens’in hayranı olan benim gibi koca bebeklerin, çocuklarını ilk defa kendi kararlarını verebilecekleri bir dünyaya bırakmak isteyen ana babaların, bir gün bile olsa geçmişine dönmek isteyenlerin cenneti burası.



   4 bin metrekareye yayılmış KidzMondo’da çocuklar seçtikleri işlerde çalışıp para kazanıp, harcayarak yaşamın ekonomik döngüsünü kavrıyor ve hayatı tanıyor. Eğer yavrucuklarınız 8 yaşından küçükse bırakamıyorsunuz. Onunla birlikte parka girmek ve eşlik etmek zorundasınız. 8-11 yaş aralığındaysa kapıdan bırakıp kapıdan alacaksınız. Mecbur. 11-14 yaş çocuklar ise kendileri girip kendileri çıkabilir. Tabii aileleri uygun görüyorsa. 



   Ya bırakılan “yaramazlardan” biri çıkıp “gerçek dünyaya” kaçarsa diye korkmayın. Tüm bu çocukların bileklerine elektronik kidzbantlar takılıyor. Bu elektronik bağlantılı bilezikler sayesinde çocuklarınızı an be an takip edebiliyorlar. Hangi birimde hangi mesleği deneyimliyorlar bileceksiniz. Kidzbantlar kollarındayken çocukların parktan çıkmalarına imkan yok. O yüzden kimse merak etmesin, çocuğun kaybolmayacağı tek yer KidzMondo.



   Ünitelerin çoğu sponsorlu. Örneğin banka Garanti Bankası, hastane Acıbadem, kargo MNG, benzinci Petrol Ofisi, havayolu Atlasjet, televizyon Kanal D... Bu arada Dankek, Çokokrem, İçim Süt fabrikalarının hepsi Ülker tarafından özenle kuruldu. Ve bunların tamamı gerçek dış cepheleriyle birebir uyum içinde tasarlandı. Yani siz İstanbul’da dolaşırken Garanti Bankası’nın dekorunu nasıl görüyorsanız burada da aynısını görüyorsunuz. 



   Dışarıdaki gerçek hayatta ne varsa KidzMondo’da da tanıdık markaların tam bir kopyası var. Ellerinde harita, minik cüceler hangi mesleği merak ediyorsa hepsini deneme şansı var burada. 




   Sonra kazandıkları paralar ile kendi hediyelerini seçebiliyor ya da daha sonra harcamak için bankada adlarına açılmış olan hesaba yatırabiliyorlar. Bir çocuk için muhteşem bir yer olmuş! Hafta sonu ve tatil günleri 50, hafta içi 40 TL. Yaş tutmuyorsa ve ailenin girmesi gerekiyorsa yetişkin 20 TL. Değer mi? Kesinlikle! 

   

Pazartesi, Ocak 27, 2014

Bugün Benim Doğum Günüm!





      Bugün benim doğum günüm, geçmişte bıraktığım kocaman yıllarım var. Mutlu, umutlu, coşkulu, ışıklı yıllar.. Hayal kırıklıkları, hayaller, özlemler, ayrılmalar, kavuşmalarla dolu yıllar. Kahkahalarla çınlayan, bir o kadar gözyaşları ile geçen yıllar. Paylaşarak güzelleşen, çoğalan yıllar. Aşkı, ailemi, dostlarımı bulduğum, onlarla yoğrulduğum yıllar. Kendimi ararken kaybolduğum, her seferinde yeniden bulduğum, buldukça büyüdüğüm, büyüdükçe aradığım yıllar..

   Zamana, hayata, koşullara direndiğim, baş kaldırdığım yıllar.
Bazen yorulduğum, kendime kapandığım, kendimi dinlediğim, sonra yeniden, kaldığım yerden hayat yoluna yürümeye, koşmaya, sendelemeye devam ettiğim yıllar.
İnsanları anlamak için durup defalarca düşündüğüm, anlayamayınca insanca diye geçiştirdiğim yıllar.
Başkalarının dertlerini dert edinip onlarla çözüm bulmak için çabaladığım yıllar. Kendi sıkıntıları kendi kendime dağ yapıp altında kalacağımı anladığımda onları yine kendi kendime ortadan kaldırdığım yıllar...

   Ölümün acısını ve doğumun mucizesine tanık olduğum yıllar. Okuduğum, izlediğim, katıldığım, öğrenmeye aç bir çocuk gibi bilgiye saldırdığım yıllar.
Koştuğum, ulaştığım, ulaşamadığım yolları düşe kalka, yara bere içinde devam ettiğim yıllar.
Çocukluğumu, genç kızlığımı, ergenliğimi ve olgun gençliği yaşadığım bugünlerde, geçmişe özlemle, geleceğe ümitle bakmam gerektiğini bana anımsatan yıllar...

   Çok değil 27 yıl olmuş hayata merhaba diyeli, bundan sonrası, bundan öncesini aratmamasını diliyorum. Ailemle, yeğenimle, dostlarım, sevgilim, teyzelerim, kuzenlerim ve kardeşimle nice güzel, umut dolu, mutluluk ve sağlık dolu nice yıllar diliyorum kendime...

Çarşamba, Ocak 15, 2014

Kırmızı Şarap Sosu Tarifi - Nnefiss


      İlk bakışta uzun gelebilir bu yazı. Fakat pek lezzetli bir şeyden bahsediyorum! Kırmızı şarap sosu! Yazarken bile kokusu burnuma geldi.

   Bu sos gerçekten öyle geniş kullanım alanına sahip ki kırmızı etlerden balığa, tavuktan karidese, ördekten av etine kadar hemen tüm proteinlerle birlikte kullanılabiliyor.

   Önce en temel kurallar. Şarabın alkolünü bir şekilde uçurmadan yemekte kullanırsanız yemeğe güzel lezzet değil, tam tersine berbat bir tat verecek olması. Aslında ister şarap olsun, isterse konyak, viski veya diğer sert alkollü içkiler olsun, bunları yemekte kullanırken mutlaka ve mutlaka alkolünü uçurmak gerekir.

   Alkolü uçurmanın en kolay yolu buharlaştırmak. Bir diğer alkol uçurma yolu ise ateşe vermek, yani Frenkçe tabiriyle 'flambe' etmek. Konyak veya viski gibi sert alkollü içkileri yemeklerde kullanmadan önce mutlaka bir tavada yüksek ateşte ısıtmanız, ardından kibritle tutuşturarak alevler sönene kadar ateş üzerinde yakmanız gerekir. Alevler sönünce alkolün neredeyse tamamına yakını uçmuş ve artık acı tat yerine içkinin asıl meyvemsi lezzeti geride kalmış demektir.

   Örneğin şaraplı güveç (boeuf bourguignon, osso buco) gibi yemeklerde etleri, et suyu ve bolca kırmızı şarap içinde fırına verir, iki saat gibi bir pişme süresi sonunda da alkolün kendiliğinden uçmasını sağlarsınız. Ya da diyelim balık yemeğinize taze krema kullanarak bir sos yapmak ve buna biraz da beyaz şarap lezzeti katmak istiyorsunuz. Bunun için örneğin bir cezve kadar beyaz şarabı ateşin üzerine koyup hacminin dörtte üçünü buharlaştırdıktan sonra kullanmanız gerekir. 

   Şarap sosunun aromasını zenginleştir isterseniz eğer soğan ve taze baharat otları en sık kullanılan aroma katıcılar. Önce soğanı çiğden veya biraz tereyağıyla kavurup tencereye taze kekik, defne yaprağıyla birlikte ilave eder ve şarapla birlikte kaynatırsanız, o zaman sosun aroma zenginliği artar. Sos tamamlanınca tel süzgeçten süzeceğiniz için bunların taneli olması hiç önemli değil. Kırmızı etler için et suyu, tavuk için tavuk suyu, balık için balık suyu kullanılır.

   Son olarak sosunuza son dokunuşu koymanız gerekir. Yani kıvam vermeniz. Sosu üç farklı şekilde kalınlaştırabilirsiniz. Birincisi tereyağını biraz unla ezip, süzmüş olduğunuz sosun içine ateş üzerinde azar azar çırparak sosu kalınlaştırabilirsiniz. İkincisi, bir tatlı kaşığı nişastayı beş tatlı kaşığı soğuk suda eritip sosa bunu katarak sosu kaynatır ve kalınlaştırabilirsiniz. Üçüncü olarak da parça parça tereyağlarını sosa çırparak ilave edip kıvam verebilirsiniz. Ama bunun için şarabı çok daha fazla çektirmeniz gerekir. En güzeli tereyağı ekleyerek yapılan tabii.

   Bir de şarap sosu tarifi vereyim ki koca yazıyı boşuna okumuş olmayın:)

Kırmızı Şarap Sosu

2 su bardağı kırmızı şarap
1 küçük kuru soğan, doğranmış
2 dal taze kekik
1 tatlı kaşığı tereyağı
1 çay kaşığı toz şeker
1 tatlı kaşığı nişasta, az suda eritilmiş

Çelik veya yapışmaz bir tava içinde şarap, soğan, şeker ve kekik koyup yüksek ateşte kaynama noktasına getirin. 
Ateşi kısıp 1/2 bardak şarap kalana dek şarabı çektirin. 
Tel süzgeçten süzüp tavaya koyun, tereyağını ilave edin. 
Ateş üzerinde azar azar nişasta ekleyip kaynatarak kalınlaştırın. 
Bu sosu çok daha hızlı hazırlayabilirsiniz. Örneğin sote bonfile veya kalın biftek yapıyorsanız, önce tavada bunları pişirin ve dışarı alın. Zaten ızgara etleri servis etmeden önce birkaç dakika dinlendirmeniz gerekir ki iç suları tüm dokulara tekrar yayılsın. Sosunuzu bu esnada hazırlamanız mümkün. Bu kez şarabı, pişen etin kalıntılarının olduğu tavaya soğan ve kekikle birlikte koyup hızlı ateşte, bir taraftan tavanın dibini kazıyarak kaynatıyorsunuz. Amaç, et kalıntılarıyla tavaya yapışıp kuruyan karamelize et sıvılarını yakalamak. Şarabın dörtte üçünü uçurduktan sonra yine tel süzgeçten süzüp, geri kalan kalınlaştırma işlemini yapıyorsunuz.

Salı, Ocak 14, 2014

Istanbul Culinary Institute-Pop Up Yemek Kitabı


      
   Amerika'ya gitmeden önce geri dönüş yapılıp da reddettiğim restoran ya da cafeleri özlüyorum şimdi! Bir işe girmek hiç bu kadar zor olmamıştı. Aşçı arayan restoran yok, cafe yok, otel yok. Arayanlar da bana çook uzak! Var mı beni okuyanlar arasında kendi işletmesine sahip olan acaba? :) 

   Bir yemek kitabı çıkmış ama şimdiye kadar gördüklerimizden çok farklı. Çok daha kolay ve sırf kitap sevimli diye tarifleri yapmak istiyor insan. 



   Bu öyle bir yemek kitabı ki üç boyutlu, sayfası yok, onun yerine kartlar var, onların üzerindeki numaralar takip edilerek tariflere ulaşılıyor. Istanbul Culinary Institute’un kurucusu Hande Bozdoğan’ın hazırladığı kitap sevimli bir görüntüye ve lezzetli tariflere sahip.

   İlhamı veren çocukken sahip olduğu pop-up kitapmış. Rapunzel’in hikayesini anlatan kitap. Pencere açılıyor, Rapunzel’in saçları kuleden aşağıya sarkıyor, ormandaki hayvanlar olan biteni şaşkınlıkla izliyordu... Birçoğumuzun evinde vardı bu kitaplardan. Bir diğer ilham kaynağı ise çocukluğunda oynadığı çevrilen diskli film makineleriydi. Pop-up masal kitabı ve film makinesini birleştirdi, yemek kitabı hazırladı! Her yaştan insanın seveceği bu yemek kitabı oyuncak gibi!



   Üç bölümden oluşan kitabın sol cebindeki ‘Temel Tarifler’ bölümünde yemek pişiren herkesin ihtiyaç duyduğu ana soslar, et ve balık suları, aromalandırılmış yağlarla belli başlı tatlı tarifleri dahil olmak üzere 25 özel tarif bulunuyor. Sağ cepteki ‘Mevsimsel Tarifler’ bölümü her mevsim için beşer yemeğin yer aldığı toplam 20 tariften oluşuyor. Tüm tarifleri kendi damak zevkine göre yorumlama imkanınız var. Kitabın ortasındaki bölüm ise sizi bu iki cepte yer alan tariflere götürüyor. Sayfayı aşağı doğru çektiğinizde bu bölüm büyüyor, içinden lezzetli yemeklerin üç boyutlu görselleri çıkıyor. Yandaki diski çevirdiğinizde beliren numaraları takip ederek tarifleri kitabın içindeki ceplerden kolayca bulabiliyorsunuz.

   Kitap iki yılda tamamlanmış. Tasarımı İngiltere’de, baskısı Çin’de yapılmış. Bozdoğan, pop-up kitabın Türkiye’de basılamayacağını görünce dünyanın sayılı pop-up kitap tasarımcılarından biriyle çalıştıklarını söylüyor.

   Kabak mücver, vişneli pazı sarma, simit kebabı, kadınbudu köfte, kakuleli fırın sütlaç, kuzu söğüş, analı kızlı çorbası, balkabaklı profiterol gibi lezzetler o tarifler arasında. Temel tarifler arasında ise mısır ekmeği, soğan marmeladı, beşamel sos, balık suyu, dondurma gibi 25 lezzet bulunuyor. 

   Tam göze hitap etmiş. İçini açtığınız anda çok seviyorsunuz. Üstüne bir de okulda yapılan tarifler olunca yoo yoo mümkün değil almadan duramıyor insan! 

Çarşamba, Ocak 08, 2014

Füzyon da Füzyon Diye Tuttursam da Bu Tarif Bambaşka!




   Dün füzyon mutfağı dedim dedim bir tarif bile vermedim. Bugün size keyifli bir ‘füzyon’ tarifi vermek istiyorum. Tek yaptığımız Türk işi bir yemekle ünlü bir Fransız yemeği olan Peynirli Sufleyi birleştirmek. İşin ilginç tarafı, Patlıcan Beğendi gibi bu en ‘milli’ yemeğimizin kendisinin bile bir füzyon eseri olması! Zira Beğendi, közlenmiş patlıcan ile ünlü Fransız beşamel sosunun bileşiminden ibarettir.

Patlıcan Beğendili Sufle

3 tepeleme çorba kaşığı un
3 çorba kaşığı sızma zeytinyağı
2 bardak süt
4 yumurta sarısı
5 yumurta beyazı
1 bardak rendelenmiş eski kaşar
1 bardak közlenmiş patlıcan püresi
1 tatlı kaşığı tereyağı
2+1 çorba kaşığı susam
Tuz, karabiber

8 tane küçük sufle kabını tereyağı ile iyice yağlayıp içlerine susam serpin. 
Un ve zeytinyağını bir tencerede 3-4 dakika karıştırarak kavurun, sütü azar azar ilave edip un-yağ karışımına tamamen yedirerek bir beşamel sos yapın. 
Sosun içine peynir ile patlıcan püresini karıştırın. Yumurta sarıları ve karabiber ekleyin. 
Yumurta beyazlarını mikser ile kar haline gelene dek çırpın ve çok dikkatlice, fazla karıştırmadan, patlıcanlı karışıma yedirin. 
Sufle kaplarına paylaştırıp üzerlerine susam serpin. Önceden ısıtılmış 190 derece fırında yarım saat pişirin ve hemen servis edin. 
Hemen servis etmezseniz, sufleler iner. 
Unutmayın! Sufle misafiri beklemez, misafir sufleyi bekler.

Salı, Ocak 07, 2014

'Her Füzyon Mutfağı Diyene İnanmayın' Kitabı


   Füzyon 

   Değişik mutfak kültürlerinin etkileşimiyle ortaya çıkan füzyon mutfağını konu alan Alışkanlıkları Değiştiren Tarifler- Füzyon, farklı tatları; hayalgücü, eğlence ve ustalıkla günlük hayatımıza katıyor. 



   Dünyanın en ünlü şef ve gurmelerini buluşturan 7 kitaplık özel dizi kapsamında yayımlanan çalışmada, Japonya, Afrika, Amerika, Avrupa, İtalya ve Ege mutfaklarından yola çıkılarak hazırlanan özgün tarifler yer alıyor. Yemek kitabı alıyorsam buna çok dikkat ederim. İnternetten her türlü tarife ulaşabiliyoruz ama dünya mutfağından her çeşit yemeğin elimin altında olması hoşuma gidiyor. 
   Satış rekorları kıran yemek kitaplarının yazarı Rosalba Gioffrenin özel tariflerini Giovanni Petronionun fotoğrafları süslüyor. Bol fotoğraflı bir yemek kitabından daha ilgi çekici ne olabilir ki?

   Son dönemlerde hakkında oldukça konuşulan, kimileri tarafından eleştirilen kimileri tarafından da çağımızın mutfağı olarak nitelenen füzyonu anlamak ve leziz tarifleri uygulamak isteyenler Alışkanlıkları Değiştiren Tarifler- Füzyonu mutlaka edinmeli.

   Peki nedir bu füzyon mutfağı, neye benzer ve nasıl bir şeydir? Yeme-içme konusundaki bilgi dağarcığını zenginleştirmek isteyenler için bu konuya bir açıklık getireyim istedim. Buyurun füzyona.

   Füzyon mutfağı, birkaç yıldır sık karşımıza çıkan bir kavram olmaya başladı. Aynı zamanda bazı aşçı kardeşlerimiz tarafından da yaygın uygulanan bir mutfak tarzı haline geldi: Karıştır normalde bir arada olamayacak birkaç malzemeyi, iki farklı tekniği de kombine et, olsun sana bir füzyon. Çoğu zaman lezzet mezzet hak getire. Yeter ki bilinmemiş bir yemek ortaya çıksın ve müşteriye (ya da senden daha az bilgili meslektaşlara) anlatması seksi olsun: ‘Abi, trança carpacciosuna bizim tahin ile bir sos yaptım, onu da Arap işi tabuleh karışımı üzerinde bir sundum, millet bayıldı.’

   Bu tür laflar yeni olmakla birlikte, füzyon mutfağı aslında hiç de yeni bir şey değil. Yüzyıllar öncesine dayanıyor ve dünyanın gelişimi ile paralel seyrediyor. Esasen bir fizik terimi olan ‘füzyon’ kelimesinin sözlük karşılığı ‘erime, birleşme, biraraya gelme, birleştirme’. Füzyon mutfağı dediğinizde ise kastettiğiniz şey şu: ‘Farklı uluslara ait mutfak teknikleri ile malzemeleri tek bir tabakta birleştirmek, ama buna rağmen tabakta tek bir ulusal özelliğin öne çıkmaması’.

   Tanım böyle olmakla beraber biz, menüsünde farklı ulusların yemeklerini barındıran, örneğin hem lahmacun, hem Beef stroganoff hem de fesleğen soslu fiyonk makarna sunan lokantalara da ‘füzyon lokantası’ der olduk. İşin doğrusu, bu lokanta kategorisinin adı ‘eklektik’ lokantadır, füzyon lokantası değil. Eklektik kelimesi ise ‘farklı kaynaklardan alınan unsurların bir arada sunulması’ anlamına gelir. Bir ‘eklektik’ lokantada yiyeceğiniz yemeklerin hangi kültürlere ya da ülkelere ait olduğu da açık ve nettir. Bunu da belirtmiş olayım. Ona göre..

   Evinizde değişik yemek yapmaya kalktığınız zamanların çoğunda siz aslında bir füzyon girişiminde bulunuyorsunuz. Örneğin tavuk sotenin içine ‘köri’ baharatı attığınızda, bu bir Türk-Hint füzyonu oluyor. Ya da tavuğu corn-flakes’e bulayıp kızartırsanız, bu da bir füzyon oluyor, ama pek yemekten sayılmıyor! Acayip şeyler sınıfına giriyor.

   Nereden nereye geldim. İşte bu kitap bu tür tariflerin olduğu pek güzel bir kitap. Benim gibi internete rağmen yemek kitapları almayı seviyorsanız bu kitap diğerlerinden biraz daha farklı geliyor kulağa ama aslında değil. Şöyle bir açıp baktığınızda hiç yabancı gelmeyecektir. Bol füzyonlu günler efendim.

   

Cuma, Ocak 03, 2014

Lokanta Maya




   Haftasonu ne yapsak, nerede yesek ya da nereye gitsek diye düşünenler varsa aramızda, Lokanta Maya gitmeden bu haftayı bitirmemeniz gereken süpper süpper bir yer!

   İçeri girer girmez restoranın dekorasyonuna aşık oluyorum. Mimar Cem Kocacıklıoğlu'nun katkılarıyla minimalist bir dekorasyona sahip Lokanta Maya. Ortadaki büyük masalarda örtü yok; diğerlerinde ise düz beyaz. Monotonluğu bu şekilde önlemeyi başarmışlar. Girişte, içi kurutulmuş sebze ve baharatlarla dolu cam bir vitrin yer alıyor. Restorandaki en favori parçam bu oluyor. Sağdaki duvar kabuklu cevizlerle kaplanmış, soldaki ise lokantanın sahibi olan Didem Şenol'un yazdığı "Kızınız Defne'yi, Oğlumuz İskorpit'e..." yemek kitabı ile süslenmiş. Sade ama bir o kadar yaratıcı mekan olmuş. 



   İstanbul’un ender “slow food” lokantalarından birisi Lokanta Maya’da menüdeki tüm yemekler, slow food felsefesine göre yani turfanda ürünlerden yapılıyor. Hangi taze malzemeleri bulabiliyorsa onları kullanıyor menüde. Bu sebeple de Maya’nın menüsü sık sık güncelleniyor. Belki de Maya'nın en güzel yanı bu.
   


   Yalnız eğer sessiz sakin bir yemek yemek istiyorsanız ne kadar memnun kalırsınız bilmiyorum. Çünkü içeride hiç şarkı çalınmamasına rağmen, gürültüden dolayı aynı masada oturanların konuşmasını bile duyamıyorsunuz. 
   




   Gelelim menüye, mücverine bayıldığımı, hatta sırf mücverini yemek için bile tekrar gidebilirim. Ahtapot ızgarası, kerevizli levrek, tavuk ciğer, safranlı pilavı oldukça başarılı. Çok çeşitli ve renkli başlangıç var. Ana yemekler ise başlangıçların yanında biraz daha sıradan kalıyor. Kuşkonmazlı Linguini, Dana Schnitzel, Karidesli Risotto vs. Biz sadece mezelerden söylemeye karar veriyoruz. Cem Yılmaz usulü... "Little little into the middle" :) Yemekler değiştiği için bir daha gidersek aynı lezzetlere denk gelir miyiz bilemiyorum. Fakat ne tercih edersem edeyim hepsinin lezzetli olacağını tahmin ediyorum. Fiyatlar 'lokanta' kavramına pek uymuyor, daha çok 'restoran' sınıfında değerlendirilmeli. (Ortalama kişi başı 70-80lira.)



   Gelelim tatlıyaa! Fotoğraftaki sadeliğe aldanmayın, en güzeli en sona sakladım. Bergamutlu dondurma... Tarif edilmez yaşanır. Muhteşem bir tadı vardı. Buradan kocaman bir alkış!
   

Kemankeş Caddesi 35 A
Karaköy İstanbul