Çarşamba, Kasım 27, 2013

Vecihi Geliyor Evimizi Başımıza Yıkacak



   Belediye otobüsü durumlarını yazınca diğer ulaşım araçları öksüz kalmış gibi oldu. Onlara da yer ayırmak lazım. Tren, vapur ve uçak da sırasıyla gelecek yavaş yavaş. Elinde siyah torbayla, iş çıkışı otobüse bindikten sonraki ilk 10 saniyede 3 ayrı boş koltuğa hamle yapan ama hiçbirini tutturamayınca yavaş hareketlerle kapının yanına dayanıp morali bozulan adamı da hatırlıyorum ama sıra uçaklarda:) Aslında hepimizin içinde biraz o siyah torbalı adam yok mu zaten? 

Esaretin Bedeli: Uçak piste yaklaşır. Pilot alçalır, inişten korkan yolcularda bir gerginlik vardır, neyse ki tekerlekler piste değer ve o anda rahatlamayla beraber bir ses duyulur, kemerin klipsinin çözülme sesi. Uçağın tekerleği yere değer değmez kemerini çözen tipler vardır her yolculukta. Sanki esarete katlanamayan, inanılmaz özgürlükçü bir adammış gibi 5 dakika kemerini bağlamak bile sıkar onu. Kemerini çözer, etrafa bakar. Uçak yavaşlar, kapıya yaklaşır, o sırada ikinci görevi başlar, sanki pilot o uçakta öylesine varmış gibi "uçak durana kadar ayağa kalkmayınız" diyen başka birisiymiş gibi ayaklanır, bagajı açar, üstünü başını düzeltir. Yanında akrabası varsa onunla konuşur. Yolculardan birinin "beyefendi oturun isterseniz, pilot uyardı" lafına "e geldik ya işte" diye cevap verir. O an uçakların otomobil gibi olmadığına çok üzülürüm. Zira ihtiyacımız olan ani bir fren ve bu adamın ön camdan piste postalanmasıdır.

Alkışlarla Yaşıyorum: Çok aklıma geldi Türkiye'den ayrılmadan önce yapamadım. Kozyatağı-Taksim otobüsü Taksim son durağa geliyor ya, o an tüm otobüsü gaza getirip şoförü alkışlamayı çok düşündüm. Sürdüğü ulaşım aracı, varış noktasına geldiğinde alkışlanan tek meslek grubu pilotlar olmasın istedim. Böyle bir alışkanlığımız var. Bir kere o alkışı pilot duyamıyor, sen istersen Pınarbaşı tezahüratı yap. İkincisi, 19 saat süren, fırtınalı havada 35 kere türbülansa giren uçağı kazasız belasız yerine ulaştıran pilotu alkışlamayı anlarım da, Ankara'dan İstanbul'a, yazın açık havada, 45 dakika boyunca kadife gibi süren uçuştaki pilotu niye alkışlıyorsunuz. Oraya beni koysanız yine götürürüm herhalde uçağı. Hem adamlar orada 2 kişi. Ayrıca bir ton para kazanıyorlar. Benim belediye otobüsü şoförüm, 2 kuruşa koskoca körüklüyü tek başına ne virajlardan döndürüyor. Ona kıro diyorlar. Ayıptır.

Donsuz geceler: Bilgim olmadığından böyle konuşuyor olabilirim ama pilotlar neden uçuş esnasında, inilecek şehrin hava sıcaklığını veriyorlar? Yani bana ne gibi bir yararı olabilir bunun? Bilmem kaç bin feet yüksekteyim, uçsuz bucaksız hava boşluğu ile beni sadece bir uçak gövdesi ayırıyor, "ah Amsterdam'da 10 dereceymiş bak" diye onu mu düşüneceğim. İlla yolculara yararlı bilgi vermek istiyorsan o gün dükkanlar kaça kadar açık onu söyle. Ayrıca ben zaten gideceğim yerin hava durumunu önceden biliyorumdur, sana mı kaldım? Hiç İzlanda'ya giderken pilotun "Reykjavik'te hava -2 derece" anonsunu duyup "tüüüh biz de kapri şortlarla geldik" diyen adamı duydunuz mu? Adam zaten önlemini almıştır önceden. Hava çok sıcaksa geri dönüp sana "niye uyarmadın ortalık yanıyor" diye hesap soracak değiliz. Zaten o konuşma sesin de zırıltılı hiçbir şey anlaşılmıyor.

Çin İşi Japon İşi: Amerika'da daha önce kaldığım yerde treni tercih ettiğimden ikisi konusunda da bilgim var. Hem trende hem uçakta eğer Uzakdoğulu bir yolcu varsa, ayakkabılarını çıkarıp, yatar pozisyon almak için fırsat kollar. Bunların uçak versiyonu, sarsıntıları normalden fazla hissettiği için pek talep görmeyen kuyruk tarafındaki koltuklardır. Online check-in yaparken dikkat edin, en arkadaki koltuklarda 1 tane koltuk kapılmışsa, bindikten sonra kontrol edin o arkadaş çekik gözlüdür. Uçak kalkar kalkmaz, ayakkabıları (genelde sandaletleri veya terliği) çıkarır, üçlü koltukta başka kimse olmadığı için yatar pozisyona geçer, yolculuk boyunca horul horul uyur. Genelde kuyruk tarafındaki tuvalete gidildiğinde, tuvalet doluysa ve kuyruk bekleniyorsa, bu arkadaşın yatar pozisyondaki hali izlenir. Gurbetçi gençler aralarında "şşş Japona bak hehe" diye uçakta hoşça vakit geçirir.

Acele işe: Bu gruba ben de dahilim dostlar. Bildiğiniz gibi büyük tip Boeing ve Airbus uçaklar bir kenara bırakılırsa, havayolu şirketlerinin elindeki uçakların tümü iki sıra koltuklu ve tek koridorludur. Bu yüzden de olur da yemek servisinin yapıldığı veya çöplerin toplandığı anda tuvalete gitmeniz gerekirse bitmişsiniz demektir. Zira o arabanın yanından geçmek imkansız olduğundan koridordan çekilene kadar beklersiniz. Bazılarının dayanamayıp kendisini arabanın arkasına kattığı, işlem çabuk bitsin diye hosteslere yardım ettiği, yolculara kahve doldurmaya kalktığı bile görülmüştür, zira oracıkta rezil olmaya az kalmıştır. Araba gıdım gıdım ilerler, siz terlemeye başlarsınız, hostesten ekstra bir şeyler isteyip arabayı bekletene bir tokat atasınız gelir. Bu gerilim dolu dakikalar, kuyruk kısmına ulaşmanızla son bulur. 

Co-pilot: Uçak yolcularının arasında, neredeyse her yolculukta numunelik bir adam bulunur ki bu adam yolculuk boyunca pilotun hareketlerini, uçağın gidişini yorumlar. Örneğin türbülansa girildiğinde "ciddi değil normal sarsıntılar bunlar" der. "Bulut kümesinden geçtik, pilot hafif aşağı pike yaptı", "şu aşağıdaki Frankfurt herhalde", "Alplerden geçiyoruz bu sarsıntılar normal", "hava açık olduğu için biraz alçaktan uçuyoruz", "bu havada ilk inişi pas geçebilir", "biraz erken inişe geçti ondan böyle hızlıyız", "hah iniş takımlarını açtı" bu adamın en sevdiği türde diyaloglardır. Çok seviyorsan pilot olsaydın. Ya da istersen hostesten rica edelim seni kabine alsınlar Zürih-Sofya arasını sen götür. Bunlar genelde 40-60 yaş arası, laptopla uçağa binen işadamı görüntüsündeki adamlardır. Adamın hayatındaki "patron" sıfatı özel hayatına da yansıdığından her şeyin patronu olduğunu zanneder.

Gamsız: İşte uçak yolculuklarında en fazla özendiğim adam. Yerine oturur oturmaz hostesten yastık isteyen, uçak daha pistte kalkışa hazırlanırken kafayı vurup uyuyan, yolculuk boyunca uyanırsa tekrar dalabilen, uyanık kalırsa da isterse uçak yarım saat süren türbülansa girsin yemeğini yemeye devam eden, nabzı normalden 1 fazla bile atmayan, sakin adam. Bu adamın hareketlerinde de bir yavaşlık ve telaştan uzak hal vardır. İniş sırasında, kemerlerinizi bağlayın hareketi işareti geldiğinde herkesten çıt çıt çıt sesleri gelirken, bu yavaş yavaş laptopı kapar. Koltuğunu düzeltir, rahatlatır kendini, sonra da kemerini bağlar. Uykulu gözlerle etrafa bakar. Dışarıdan bakan Vietnam Savaşı'nda 3 yıl avcı uçağını kullanmış sanar. Bu adamlar Frankfurt'tan, Sydney'e aktarmasız uçsalar, uçuş bittiğinde kanaviçe işlemiş gibi rahat bir şekilde uçaktan ayrılırlar.

Film adamı: Bu adam şehirlerarası yolcu otobüslerinin enternasyonel versiyonudur. Onun için en büyük eğlence, koltukların üzerindeki ekranların açılıp yolculuk boyunca izleyeceği filmin oynatılmaya başlandığı andır. DVD Player başta çalışmazsa hafiften gerilir. Film başladığında pür dikkat filmi izler. Filmin heyecanlı anlarında sesli tepkiler verdiği "hadi beee", "bak bak terbiyesiiiz" şeklinde serzenişlerde bulunduğu görülür. Bu arada belirtilmesi gereken uçaklarda oynatılan filmlerin, edeb ve ahlaka aykırı bölümlerinin kesilmesi ve anında ileriki sahneye atlamasıdır. Film adamı bu atlamaları anlar, yüzü buruşur, keyfi kaçar. İndiğinde uçuş nasıldı diye soranlara verdiği cevap bellidir. "İyiydi ya Terminal'i izleye izleye geldim eheh".

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder