Çarşamba, Ocak 09, 2013

Aşk Mektupları Güne Ne de Çok Yakıştı




Sen benim sarhoşluğumsun
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
üstüm başım çamur içinde
yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim...

                                                                                         NAZIM HİKMET

 

   Bugün sevgilimle hayatımıza bir şekilde iz bırakmış tarihe malolmuş ünlülerin sevdiklerine yazdıkları mektupları okuduk. 
   Seçilmiş birkaç mektubu okuduğunuzda  acımasız bir komutanın ve insanlık için gece gündüz çalışan bilim adamın benzer duyguları beslediğini gördüğümde şaşırdım açıkçası. Aşkın, ağlamak ve gülmek gibi dünyanın her dilinde aynı, derinliği ve tutarlılığı ise kişiye göre değişen evrensel bir duygu olduğunu biliyordum da bazılarına yakıştıramadığım bir şey. Mesela Einstein, Mileva'ya ''Sen yanımda olmadığında sanki ben tam olarak kendimde değilmişim gibi geliyor bana'' ifadelerini kullanırken bakın Napolyon neler söylemiş...

   Napolyon Bonapart da eşi Josephine’e yazdığı mektupta şöyle diyor: 



  “Bir tek günüm bile geçmedi yüreğimde senin sevgin olmadan, bir tek gecem bile geçmedi seni kollarımla sarıp sarmalamadığım, beni yaşamımın ruhundan uzaklaştıran zafer ve tutkuya lanet etmeksizin bir tek fincan çay bile yudumlamadım. İş güçle meşgulken, orduları komuta ederken, savaş meydanlarını aşarken, benim tapılası Josephine’im, hep kalbimin tahtında oturuyor, zihnimi meşgul ediyor, düşüncelerimi alıp uzaklara götürüyorsun. Senden Rhohe’un suları kadar hızlı ayrılmamın nedeni, seni en kısa zamanda yeniden görmek isteyişimdir. Eğer gece yarıları çalışmak için kalkıyorsam bunu benim tatlı sevgilim belki birkaç gün önce gelir diye yapıyorum, ama sene 23-26 Ventose tarihli mektubunda bana ‘siz’ diye hitap ediyorsun. Sensin ‘siz’! Ah, kötü kız! Nasıl yazabildin böyle bir mektubu? Ne kadar da soğuktu! Siz! Siz! Bu 15 gün nelere gebe?... Ruhum üzgün, yüreğim köle, hayal gücüm beni korkutmakta. Beni fazla sevmiyorsun. Ve belki de bir gün gelecek beni hiç sevmeyeceksin. Bunu söyle bana, hiç değilse acıları hak etmiş olurum. Sevdiğim, çekindiğim, içimde beni doğaya çağıran tatlı duygular, yıldırım gibi beni ateşleyen hayatımın kadını, acısı, tatlısı, umudu ve ruhu, hoşça kal! Senden ne bitimsiz bir aşk istiyorum, ne bağlılık, yalnızca gerçeği, uçsuz bir açıkyüreklilik istiyorum senden. ‘Seni eskisi gibi sevmiyorum’ diyeceğin gün, akşamın ya da yaşamımın son günü olacak. Hoşça kal!” 

   Ünlü Fransız yazar Stendhal’den Mathilde’ye: 



  “Çok mutsuzum, galiba gün geçtikçe sizi daha çok seviyorum, sizse artık bana eskiden gösterdiğiniz en basit dostluğu bile göstermiyorsunuz. Aşkımın son derece çarpıcı bir kanıtı var, bu da sizinle birlikteyken içine düştüğüm, kendi kendime kızmama neden olan ama bir türlü üstesinden gelemediğim sakarlık. Salonunuza gelene kadar cesaretim yerinde, ama sizi görür görmez titremeye başlıyorum. Sizi temin ederim ki, başka hiçbir kadın uzun süredir bu duyguyu uyandırmadı bende. Bu duygu öylesine mutsuz ediyor ki beni, neredeyse artık sizi görmemek zorunda kalmayı ister oldum ve aldığım kararlara karşın, her gün sizin evde bulunmamak için ihtiyatlı olmayı düşünmeye ihtiyacım var. Yarın gidiyorum, sizi unutmaya çalışacağım, eğer elimden gelirse, ama pek başaramıyorum. Çünkü yine bu akşam da sizi görme isteğine karşı koyamadım. Bugün, bütün gün en büyük işim ihtiyatı elden bırakmadan sizi görebilme yollarını aramak oldu. Sizi yanınızdayken değil de, sizden uzaktayken daha çok seviyorum. Sizden uzaktayken bana karşı hoşgörülü ve iyi olduğunuzu düşünüyorum, oysa yanınızdayken varlığınız bu tatlı hayalleri yok ediyor.” 

   Wolfgang Amadeus Mozart'tan karısı Constanze'ye:



Mainz
17 ekim 1790
''Not.Son sayfayı yazarken,kağıdın üzerine birbiri ardına gözyaşları düşmeye başladı.Ama neşelenmeliyim-yakala!- şaşırtıcı sayıda öpücük uçuyor havada. Şeytan! Havada kaynıyorlar! Ha! Ha!... Üçünü yakaladım. Harikulade lezzetliler! Bu mektuba yanıt verebilirsin, ama mektubunu Linz Postanesi'ne göndermelisin. En güvenli yol bu. Regensburg'a gidip gitmeyeceğimi henüz tam olarak bilmediğimden, sana kesin bir şey söyleyemiyorum. Zarfın üzerine, gelinip alınıncaya dek mektubun bekletilmesini yaz. Adieu. Çok sevgili, sevgililerin sevgilisi minik karım. Sağlığına dikkat et, kasabada dolaşmayı aklından geçirme. Lütfen yaz ve yeni yerimizi nasıl bulduğunu anlat bana, Adieu. Seni milyonlarca kez öpüyorum...''

   Franz Kafka'dan Milena Jesenska'ya:



1922 dolayları
''Hayır Milena, size yazmam için bir başka olanak daha yaratmanızı sizden bir kez daha rica ediyorum. Postaneye boşuna gitmemelisiniz, o küçük postacınız bile-kimdir o?- gitmemeli, hatta postacı kadına bile boş yere mektup sormamalısınız. Başka hiçbir olanak bulamıyorsanız duruma dayanmak zorundasınız, ama hiç değilse biraz çaba harcayın, yazmam için olanak yaratın.

   Dün gece düşümde sizi gördüm. Ayrıntıları anımsayamıyorum, bildiğim tek şey birbirimizin içinde eriyip ağladığımız. Ben sizdim, sizse ben. Sonunda nasıl olduysa alev aldınız. Ateşin kumaşla söndürüleceği aklıma geldi, eski bir ceket alıp üzerinize vurmaya başladım. Ama bu kez görünümünüzde değişmeye başladı, değişti, değişti, sonunda artık görünmez oldunuz, bu kez ben yanıyordum, ceketle alevleri döven de bendim. Ama dövmemin bir yararı olmadı ve bu tür şeylerin yangını söndüremeyeceğine ilişkin eski korkumu doğruladı.
 Bu arada itfaiyeciler geldi ve nasıl olduysa sizi kurtardılar. Ama eskisinden farklıydınız, hayalet gibiydiniz, karanlığa tebeşirle çizilmiş çizgilerden oluşuyordunuz sanki, sonra kollarıma yığıldınız, ölmüştünüz yada belki kurtarılmış olmanın verdiği sevinçten bayılmıştınız. Ama burada da şekil değiştirmenin belirsizliği devreye girdi, belkide birinin kollarına yığılan bendim...''

   Frida Kahlo'dan Diego Rivera'ya:




23 temmuz 1935
''(Şimdi biliyorum ki) Bütün bu mektuplar, kızlarla ilişkiler, bana İngilizce! öğretmenleri, çingene modeller, ''iyi niyetli'' asistanlar, ''uzaklardan gelen tam yetkili elçiler'' yalnızca birer flört ve aslında sen ve ben birbirimizi çok seviyoruz ve bu yüzden sayısız serüven yaşıyoruz, kapıları çarpıyoruz, lanetler okuyoruz, hakaretler ediyoruz; bütün bunlara karşın birbirimizi daima seveceğiz...

   Bütün bunlar, birlikte yaşadığımız yedi yıl boyunca sürekli tekrarlandı, yaşadığım bütün öfke nöbetleri sadece sonunda seni canımdan çok sevdiğimi anlamama hizmet etti; yine anladım ki, beni aynı ölçüde sevmesen bile bir şekilde seviyorsun. Öyle değil mi?
   Daima bunun sürmesi umudunu taşıyacağım, bu bana yeter...''

   Victor Hugo'dan Juliette Drout'ye:



31 aralık 1851
   ''Bütün bu karanlık ve şiddet dolu günler boyunca harikuladeydiniz, Juliette 'im. Sevgi istedim getirdiniz, sağ olun! Gizlendiğim yerlerde, sürekli tehlikede beklemekle geçen gecelerin sonunda, kapımda parmaklarınızda titreyen anahtarın sesini duyduğumda, kötülükler ve karanlıklar yok oluyordu; içeriye ışık giriyordu! Çatışmalara ara verildiğinde yanı başımda olduğunuz o korkunç, ama müthiş tatlı saatleri asla unutmamalıyız. O küçük karanlık odayı, tavandan, duvarlardan sarkan o eski eşyayı, yan yana duran iki koltuğu, masanın bir köşesinde yediğimiz yemeği, getirmiş olduğunuz soğuk tavuğu yaşamımız boyunca unutmayalım; tatlı konuşmalarımızı, okşamalarınızı, kaygılarınızı, adanmışlığınızı hep anımsayalım. Beni sakin ve dingin gördüğünüze şaşırmıştınız. Bu sakinlik ve dinginlik nereden geliyor biliyor musunuz?
Sizden...''


   Asağıdaki satırlar Fransız tarihinin (belki de insanlık tarihinin) en dramatik aşkının kahramanları şair, filozof Abélard ile öğrencisi Héloise'in birbirlerine yazdıkları mektuplardan alıntılanmıştır. 


   1079 yılında Nantes yakınlarında doğan Abélard gençliğinde felsefe ile ilgilenir. Eğitimini sürdürmek için Paris'e gider, din bilim dersleri alır ve konuşmaları ile Paris'i adeta fetheder. 37 yaşında iken 12. Yüzyılın sıradışı kadınlarından; akıllı, eğitimli, güzel, Héloise ile tanışır. Héloise o sırada 15 yaşındadır. Felsefe eğitimi ile baslayan bu tanışıklık tutkulu bir aska dönüşür ve Héloise 1118'de bir erkek çocuk doğurur. Gizlice evlenirler. Héloise evliliğin Abélard'ın filozof kişiliği ile bağdaşmayacağını düşünmektedir. Héloise'in dayısı Fulbert gayrimeşru çocuk doğurduğu gerekçesi ile (kimilerine göre yeğeninde gözü de vardır) çifte karşı son derece acımasız eleştirilerde bulunur ve onları taciz eder. Abélard karısını Fulbert'ten korumak için bir manastıra gönderir. Karısını korur, ama kendisini koruyamaz. Fulbert bir iddiaya göre kendi elleri ile Abélard'ı hadım eder. Abélard'ın tüm eserleri mahkeme kararı ile yakılır. Abélard rahip, Héloise ise rahibe olmustur. Bir gün Héloise'in eline bir mektup geçer :


   "Elin.. Elin değmiş bu mektuba" ile başlayan mektupla Abélard'a cevap yazar... Gerçekte 7 mektup vardır. Ve bu mektuplar oyunlaştırılmıştır..


Devamı ise şöyledir:


''Elin.. Elin değmiş bu mektuba.
Teşekkür ederim; bana yazmamışsın ama.
Aşık olduğum elin. O aska susamışım.
Hakkım var o elin yazdığı mektubu açmaya.

Çünkü aşkım ölümüm oldu benim.
Şairlik taslamıyorum
Gerçek bu: Sen olmayan her şey için ölüyüm ben.
Her gün seni unutacağım diye yeminler ediyorum,
Sonra seni düşünürken kendime yakalanıyorum.
Zaaflarıma kızıp köpürüyorum,
Sonra iyi ki zayıfım diye şükürler ediyorum.

İnkar etme beni, kendini, ya da bizi.
Yaz bana, gizli düşüncelerini öğreneyim.
Kıskanmaya gücün varsa,
Tek rakibin, öptüğüm mektupları kıskan.
Küçücük bir kuş gibiyim.
Havam sensin es üstüme.
Küçücük bir balık gibiyim.
Suyum sensin ak üstüme.
Suskunluğun çöl olur bana.
Suskunluğunda boğulurum.

Tanrım! Nasıl da gıpta ediyorum,
Sevgisi bizim gibi olmayanların mutluluğuna.
Nasıl da uğraştım kendimce sana kara çalmaya.
Aklımdan tüm kusurlarını tekrarladım durdum.
Bu da işe yaramadı.
Hatalarında da sen vardın.
Onları hatırlarken erdemlerin geliyordu aklıma.
Filozof dediğin, lafın tek gerçeğinin yine laf olduğunu iyi bilir.
Edebiyatın en iyisi bile küçücük bir yaprak kadar hayat dolu değildir.

Bu satırları yazarak beni inciten elinden nefret ediyorum simdi.
En tembel adam bile bir tohum ekebilir,
Marifet bakmakta ektiğin tohuma.
Başkalarının malıysak eğer tutkunun aracı oluruz da,
Asla dillendiremeyiz onu.
Köpeğe tasma takmasan da,
Sadakati bağlar onu sana.
Bilirsin ki isteyerek kalmaktadır yanında.
İşte ben bu özgürlüğü istiyordum...''




   Aslında uzun yazmamam gerektiğini düşünüyorum karşı taraf sıkılır, yarım bırakır düşüncesiyle. Ama hangisini yazmasam diye düşündüm karar veremedim. Bence bunlar okunmalı, bilinmeli.. Ve teknolojinin gelişimine kendimizi iyice kaptırdığımız şu dönemde mektuplaşmalar yeniden gelmeli:) Bunu sevgilime duyuruyorum buradan:) Kokusu farklı, okuması farklı, hissettirdikleri farklı... Gelecekte böyle mesajları mı okuyacak insanlar? 'aa ne güzel mesaj atmış sevdiğine' diye mi düşünecekler?.. Çok saçma...

                                           Bu da bizim aşk fotoğrafımız :)

  Artık bir de tarif veriyorum.. Romantik bir tarif olsun di mi ama? O kadar mektuptan sonra..



Biberiye ve Sarımsaklı Izgara Biftek



  • 3 dal biberiye, ayıklanmış ve ince doğranmış  
  • 3 diş sarımsak, ezilmiş ve küçük doğranmış
  • Bir tutam pul biber
  • Zeytinyağı
  • 2 (550 gram) kemikli iri biftek
  • Tuz
  • Bolca zeytinyağı
  • Deniz tuzu


  • Biberiye, sarımsak, pul biber ve zeytinyağını karıştırıp sulu bir püre yapın. Biftekleri buna bulayın ve üzerlerine bolca tuz koyun. Biftekleri buzdolabı dışında bekletin ki oda sıcaklığına gelsin.
  • Izgarayı ortadan yüksek olacak şekilde ısıtın. Kalıntıları fırçalamak için tel fırçası kullanın. Kalanları temizlemek için teli yağlı havluyla silin.
  • Biftekleri ızgarada sıcak bir yere koyun ve mühürleyin. Gerçek anlamda “Kahverengi Yiyecek” olsun. 
  • Bifteğin iki tarafı da kızarınca ızgaranın daha soğuk bir yerine alın ki biftek istenilen sıcaklıkta pişsin. Orta-çiğ arası için her tarafı 5-6 dakika pişirmek yeterli. 
  • Bifteği ızgaradan alın ve 5-10 dakika dinlendirin. 
  • Bifteği kemikten çıkartın ve 4 tabağa bölüştürün. Üstüne bolca zeytinyağı ve biraz tuz koyun.
  • Servise hazır. Yanında da buz gibi 
    Cabernet, bir Bordeaux ya da Syrah (Cote Rotie, Hermitage)... Mmm şahane!





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder