Cuma, Mart 15, 2013

Karşı Pencere- La Finestra Di Fronte




   Ferzan Özpetek filmleri bana genelde ağır gelir. Fazla izlemeyi tercih etmezdim. Fakat bugün yazmaya karar verdiğim filmi bir arkadaşım tavsiye etti. İçinde güzel pastaların bol bol göründüğü ve bunların hepsini yapma isteği uyandırdığını söyleyince izlemeden edemedim. Bu film oyunculara bir dolu ödül kazandırmış.


   Filmin müzikleri ayrı güzel zaten. Özellikle filmin sonundaki müziğe dikkat verin derim. Bir de en son sahnede bir mektup olayı var. Her zaman elimin altında olsa ve hep okusam dediğim bir mektup olmuş. 

   Film gerçekten de akıcı. Hüzünlü ama insan filmi izlerken ve bitirdiğinde düşünmeden edemiyor. Gerçekten dışarıdan görünen hayatlar neden daha cazip gelir bize hep?


   Olaylar dokuz yıldır evli ve iki çocuklu genç bir kadın olan Giovanna ile kocası Filippo'nun tesadüfen yolda yaşlı bir adamla karşılaşmalarıyla başlıyor. Hafızasını kaybeden yaşlı adamın hayatlarına girmesiyle genç kadının da yaşamı değişmeye başlıyor. Evliliği ve can sıkıcı işleri yüzünden hayatı pek yolunda gitmeyen genç kadının karşı pencereden gözlediği komşusuna duyduğu platonik aşk ve yaşlı adamın geçmişten yansıyan kırık aşk hikayesi ikisinin de yaşamlarını etkilemeye başlıyor. 


   Giovanna'nın hep bir hayali vardır. Pastalar, kurabiyeler, börekler yapmayı çok sever ve hep bir pastane açmak ister. Hayatına yenilik getirip bir türlü adım atamaz. En sonunda genç kadın artık kendi yaşamını sorgulama vaktinin geldiğini hissediyor.

   İtalya'nın ara sokaklarından birinde, sıradan bir hayat süren, sıradan bir ailenin başından geçen aslında çok da olağan dışı olmayan olaylar... Bir festival filmi havasında değil ama popüler film anlayışıyla yapılmadığı da ortada. Keyifle geçen 1 saat 46 dakika sonunda, çok çarpıcı bir finalle karşılaşıyoruz. Film bittikten sonra bile, bir süre ekrana bakakalıp, gözyaşlarımı silerken, bir yandan da o mükemmel bitiş müziğinin ritmine kapıldım ben.


   Başka hayatlar bize cazip ya da ilginç geliyor da kendi yaşamlarımızı değiştirmek bu kadar zor mudur? Bunun cevabını izledikten sonra ve bir süre düşündükten sonra verebiliyorsunuz. Bayağı bir düşündükten sonra:) 

   En güzel tarafı da bu. İnsan kendi yaşamını sorgulamaya başlıyor. Kendi keşkelerinizle yüzleşmeye başlıyorsunuz. Aldığınız kararların sizi ne duruma getirdiği ve bu durumdan ne kadar mutlu yada pişman olduğunuz...

   Mutluluğu bulduğunuzda ona iyi sarılın, uçmasın elinizden bir balon gibi. Aslında bu söze filmde de rastlayacaksınız. Mutluluk karşı pencerede iken, ona o kadar yakınken onun olamamak ve sonunda da pişmanlık, hasret ve onu sesini, yüzünü unutma korkusu. Hepsi mükemmel işlenmiş. 

   Bir de şöyle bir şey var filmde...


Senden sonra artık kırmızı kırmızı değil. Gökyüzünün mavisi de mavi değil. Ağaçlar artık yeşil değil. Senden sonra, biz olmaz özleminin renklerini aramalıyım. Senden sonra... Acıyı bile özledim. Aşkımızı ürkek yapan o acıyı. Beklemekten, oluruna terk etmekten de, şifreli mesajlardan da pişmanım. Görmek istemeyenlerin kör dünyasında kaçamak bakışlarımızı görselerdi onların utancı, nefreti ve acımasızlığı olurduk.
Beni bağışlamanı isteme cesaretim olmadığı için pişmanım.
O yüzden artık pencerene bile bakmıyorum. Seni hep orada görürdüm, henüz adını bile bilmezken. Senin daha iyi bir dünya düşlediğin zamanlar, bir ağacın ağaç, mavinin gökyüzü olmasının yasaklanamayacağı bir dünya.
Bilmem bu daha iyi bir dünya mı?
Artık kimse bana Davide demiyor. Bay Veroli diyorlar. Bunun daha iyi bir dünya olduğunu söyleyebilir miyim? Senin olmadığın bir dünya için nasıl söylerim..!



                             

 

1 yorum:

  1. hayat kendini ogretiyor.acisiyla tatlisiyla.bu hayat boyle....

    YanıtlaSil