Salı, Nisan 30, 2013

Haftanın Kitabı- Lezzetin Tarihi




   Hafta sonu yemek kitaplarına baktım. Tabii klasik ben 3-4 tane birden almamak için kendimi tuttum. Tuttum da bir kenara mı koydum? Hayır tabii.. O kitaplara vereceğim parayı alışverişe harcadım:)

   Ama sadece kıyafet değil, şahane bilgilerle dolu bir de kitap aldım:) 'Lezzetin Tarihi'. Yazarı Prof. Dr. Zeki Tez. Halil İbrahim Sofrası deyimi nereden gelir? Vikingler kadeh tokuştururken neden 'kafatası' diye bağırırlardı? Muzu dünyaya tanıtan büyük imparator kimdi? Hepsinin cevabı bu kitabın içinde mevcut. Biraz uzun oldu çünkü hangisini yazacağımı şaşırdım. Vakti olan sonuna kadar okusun:)


   Tarihte ilk yemek pişirme, eti doğrudan ateşe atıp 'kızartma' veya közün üzerinde 'közleme' yöntemi ile oluyor. Günümüzde, bu yöntemin zararları açıklansa da, hala sevilmekte ve ısrarla istenmektedir. Neolitik Çağda (İÖ 7000-5000) eti sebze ile birlikte pişirebilmek için ateşe dayanıklı ve su sızdırmaz çanak ve çömlek geliştirilmiş. Hititler günümüzdekine benzer yöntemle yayık içinde çalkalanarak tereyağı elde ederlerdi. Acaba, hala yerimizde mi sayıyoruz?

   Bulaşık makinesinin ilk adımlarını biz kadınlar atmışız. Bulaşık yıkamak çileli, külfetlidir ve kadınlara yüklenmiştir. Onlar da 'bir makine olsa ne güzel olur. O yıkar biz de başka şeyler yaparız' diye düşünmüşler ve kolları sıvamışlar:) 19. yüzyıl ortalarında Amerika'da en az 30 kadın bulaşık makinesi patenti almış. Onlara minnettarım. Zaten kadının halinden kadın anlar!



   Tavukgöğsü ve Kazandibinin kökleri Romalılara kadar uzanıyormuş.

   1739’da bir Fransız gastronom kitabında şöyle yazıyor: 'Modern aşçılık bir tür kimyagerliktir. Bugünün aşçısı yiyeceklerin analizini yaparak nasıl sindirileceğini, besleyici özelliklerini, hangi yiyeceklerle birlikte pişirileceğini keşfetmek zorundadır. Bu, tam anlamıyla bilimsel bir çalışma gerektirir.' Hani her ortama uyan bir atasözümüz vardır. Yemek içmek için de 'Bana ne yediğini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim' derler. 'Mutfak' konusunda çoğunlukla sınıfta kalan ülkemizde kim olduğumuzu/olmadığımızı hüzünle kabul ediyoruz:)

   Ermenilerin adlandırdığı gibi: Bamiya, baynir, basterma, boerag, kufta kulağımıza hiç de yabancı değil. Her yemeği süsleyen ve tat veren Maydanozun anlamı Mide Okşayanmış.

   Umberto Eco’ya göre köfte 10. yüzyılda en sevilen et yemeğiydi. Köfte kalitesinin bozulmaması için yönetim tarafından korunmaya alınmış, köftecilerin sadece karakol yakınında açılmasına izin verilmiş.

   Eski Yunan’da paksimodi (peksimet) iki kez pişirilmiş asker ekmeği idi. Milattan Önce 3. yüzyılda Roma’da şarapla yeniden ısıtılarak yenilen ekmeklere ‘iki kez pişirilmiş- çifte kavrulmuş’ anlamına gelen ‘panis bis coctum’ ya da ‘biscocotus’ adı verildi. Eski gemiciler ekmekleri bozulmasın diye bu yöntemle pişirilmiş ekmek alırlardı yanlarına. Fransızca ‘biscuit’ sözcüğü buradan geliyormuş.


   Bir söylenceye göre çay bitkisi Milattan Önce 2737 yılında Çin’de yetiştirilmiştir. Marco Polo, Çin’e yaptığı seyahatten dönüşünde çaydan söz etmiştir. Çay, Çarlık Rusya’sına 1618’de Çin elçiliği tarafından armağan edilmiş. 19. yüzyılda Rusya’da hanımlar ve ince ruhlu kişiler için çok açık hazırlanan çaya ‘subay çayı’ denirdi. ‘Bizde de açık ve ılık çaya ‘paşa çayı’ denilmesi gibi). 1650’lerde Avrupa’nın bazı ülkelerinde, 'Sağlığa zararlı, Çinliler de onun için o kadar zayıf' diye yasaklanmıştır. Araplar çayı 850’lerde tanımışlar, Anadolu’da da 19. yüzyılda yaygınlaşmış.

   Osmanlı sarayında mutfaklarda pişen yemekler acemi oğlanı ya da tablakar adı verilen aşçı yamakları tarafından Harem’e, Enderun’a ve Divan’a götürülürdü. Osmanlı sarayında Çin ve Avrupa porselenleri, altın, gümüş, mücevherlerle bezenmiş yemek takımları bulunurdu. Üst düzey saraylıların altın ve gümüş kaplarda yedikleri biliniyor. Mesela Fatih Sultan Mehmet’in hünkar sofrasında yenilen yemeklerden bazıları şunlardı: lapa-i hassa (hassa: hükümdara ait anlamına geliyor), peynirli pide-i hassa, mantı-i hassa, çorba-i hassa ve geleneksel yemekler. Tatlı olarak, bal, muhallebi, zerde, kaymak, baklava, helva, sütlü kadayıf. Topkapı Sarayı’nda günde ortalama 5000, bayramlarda 10 bin kişilik yemek pişiriliyordu.

   Mutlaka kitaba göz atın derim ben. Çok keyifli, masal gibi bir kitap. Bilmediğimiz ne çok şey varmış. Kitabı bitirince anlıyorsunuz...

Pazartesi, Nisan 29, 2013

Haftanın Menüsü




   Sadece Şebnem Ferah sevenleri ilgilendirecek bu kısa yazım sanırım. Şebnem Ferah ve Teoman'ın birlikte vereceği konser biletleri çok yakında Vodafone Cep Merkezlerinden alınabilecekmiş!

   Şarkılarını seviyorum, yazdığı sözleri seviyorum, sahnesini seviyorum. Her dinleyişimde içimden bir helal olsun diyorum. Teomanı da severim de Şebnem Ferah bir başkadır benim için. O yüzden bu konseri kesinlikle kaçırmak istemiyorum:)

   Benim gibi kaçırmak istemeyenler varsa bilgileri olsun diye yazıyorum. Konser 1 Haziran akşamı. Parkorman'da.

   Haftanın menüsüne gelirsek bol kremalı ve tavuklu bir menü oldu bu sefer. Sanırım bu ara neyi sık yiyorsam tarifleri de ona göre seçiyorum:) Afiyet olsun şimdiden.


PAZARTESİ

Portekiz Usulü Tavuk


  • 3 yemek kaşığı sızma zeytinyağı   
  • 2 adet defne yaprağı
  • 2 çay kaşığı kırmızı biber 
  • 1 küçük soğan, ince doğranmış
  • 1 küçük yeşil biber, ince dilimlenmiş
  • 3 adet doğranmış domates
  • 1 diş sarımsak, ince kıyılmış
  • 1/4 fincan kıyılmış taze kişniş
  • Tuz ve taze çekilmiş karabiber
  • 1,5 kg derisiz levrek, porsiyon halinde kesilmiş
  • 4 adet tost ekmeği dilimleri



  • 2 yemek kaşığı zeytinyağını bir tencerede orta-yüksek ateşte ısıtın. Defne yaprağı ve kırmızı biberi 30 saniye boyunca karıştırarak ekleyin. 
  • Soğan, biber, domates, sarımsak ve kişnişi katın.
  • Tuz ve karabi,ber ile tatlandırdıktan sonra sebzeler yumuşayıncaya kadar pişirin.
  • 1 su bardağı suyu ekleyin. Ocağı kısın. 
  • Balığı tuz ve karabiber ile tatlandırdıktan sonra sebzelerin arasına koyup kapağı kapalı bir şekilde 7-10 dakika arasında pişirin.
  • Servis ederken kişnişi serpin.


SALI

Filetolu Salata


  • 150 gram sığır filetosu      
  • 2 yumurta
  • 4 dilim ekmek
  • 1 haşlanmış ve dilimlemiş patates
  • 1 avuç taze fasulye 
  • 1 avuç yeşillik
  • 1 çay kaşığı gebre otu (kapari)
  • 1 tane dörde bölünmüş olgunlaşmış domates
  • Zeytinyağı
  • 5 diş sarımsak
  • Tuz ve karabiber


  • Sığır filetosunu fırına girebilen önceden ısıtılmış tavaya koyup, saf sızma zeytinyağında hafif pişmiş sarımsakları üzerine gezdirin. 
  • Aynı tavada ekmeklerin iki tarafını da hafifçe esmerleşene kadar kızartın. Sonra bir kenara koyun. 
  • Sığır etinin ve sarımsakların olduğu tavayı 180 derece ısıtılmış fırında 8 dakika pişirin. 
  • Yumurtaları 8 dakika kaynatın. Soğuk suda bekletip soğutun. 
  • Fasulyeleri kaynar suya atıp 2 dakika tuttuktan sonra çıkarın. 
  • Sığır filetosunu fırından çıkarıp iri parçalara bölün. 
  • Sarımsakları soyup kıtır kıtır olmuş ekmeklerin üzerine sürün. 
  • Üzerine patatesleri, domatesleri, sığır parçalarını ve yeşillikleri dizin. En üzerine de fasulyeleri, haşlanmış yumurtayı, kıtır ekmekleri, gebreotunu koyun.  
  • Lezzet vermesi için de tuz ve karabiber serpmeyi unutmayın.


ÇARŞAMBA

Çin Usulü Portakallı Tavuk


  • 1 bardak sıvı yağ         
  • 1 yumurta beyazı
  • 2 tepeleme tatlı kaşığı mısır unu
  • 2 tatlı kaşığı soya sosu
  • 3 tavuk göğsü, kuşbaşı doğranmış
  • 2 diş sarımsak, ince doğranmış
  • 1 soğan, doğranmış
  • Yarım kg brokoli, çiçeklere ayrılmış
  • 1 portakalın dilimleri
  • 1/2 portakalın suyu


Sos için

  • 5 yemek kaşığı su
  • 5 yemek kaşığı şeker
  • 5 yemek kaşığı ketçap
  • 5 yemek kaşığı sirke


  • Sos malzemelerinizi karıştırıp beklemeye alın.
  • Wok ya da yayvan tavanızı ısıtın. Yağı koyun ve ısıtın.
  • Yumurta beyazını köpürene kadar çırpın, mısır unu ve soya sosunu ekleyin, çırpmadan nazikçe karıstırın. 
  • Tavuk dilimlerini ekleyip tekrar karıştırın.
  • Tavuk parçalarının birbirine yapışmaması için 2 seferde ayrı ayrı kızartın. 
  • Tavukları 2-3 dakika renkleri beyaza dönene kadar kızartın, tavadan alıp, kağıt havlunun üstünde dinlendirin.
  • Yağin 3/4 ünü alın. Kalan yağda, 1-2 dakika sarımsak, soğan ve brokoliyi kızartın. 
  • Tavukları da ekleyip, 1-2 dakika daha beraber kızartın.
  • Portakal dilimlerini ve portakal suyunu ekleyip karıştırın.
  • Daha önce hazırladığınız sos karışımı da ekleyip, 1 dakika kadar tüm yemeği tavada çevirin.
  • Eğer cok sulu ise, 1 tatlı kaşığı mısır nişastasını, 2 tatlı kaşığı su ile çözdürüp, yavaş yavaş yemeğe ekleyerek, karıştırmaya devam edin. Yemegin suyu, sos kıvamını almalı.
  • Sade pilav ile servis yapın.


PERŞEMBE

Kremalı Mantarlı Tortellini


  • 1 paket tortellini makarna    
  • 1 yemek kaşığı sıvıyağ
  • Tuz

Sos için

  • 1 paket krema
  • 4-5 dilim salam
  • 2-3 diş sarımsak
  • 3-4 adet iri mantar
  • 2 yemek kaşığı sıvıyağ
  • Tuz


  • Makarnayı bol suda ve geniş bir kapta dağılmayacak şekilde haşlayın.
  • Makarna haşlanırken mantarları ve salamları dilimleyin.
  • Geniş bir teflon tavaya sıvıyağ koyarak mantarları ve sarımsakları soteleyin, mantar suyunu çekince dilimlediğiniz salamları tavaya ekleyin ve 2-3 dakika karıştırarak pişirin.
  • Son olarak kremayı ekleyip 5-6 dakika kaynatın. 
  • Tortelliniyi süzerek servis tabağına alın ve üzerine sosunu ekleyerek servis yapın.
  • İsteğe göre baharat ve nane yapraklarıda ekleyebilirsiniz.


CUMA

4 Peynirli Tortellini  

-Perşembe gününün tarifini yazarken aklıma geldi. Eklemeden edemedim:) 


  • 20 gr gorgonzola   
  • 10 gr gouda
  • 20 gr ricotta
  • 20 gr parmesan
  • 1 çorba kaşığı köz biber püresi (makarnanın rengi için)
  • 300 gr un
  • 3 adet yumurta
  • 1/2 çay kaşığı tuz



  • İlk önce yumurta, un, tuz ve kırmızı köz biber püresini koyarak hamur harcını yoğurun. 
  • Daha sonra merdane ile ince bir şekilde açın. 
  • Açtığınız hamuru yuvarlak bir kalıp yardımı ile kestikten sonra 4 peyniri karıştırıp yuvarlak kestiğiniz hamurların ortasına koyun ve gül şekli vererek makarnayı hazır hale getirin.

Sos için

  • 1 diş sarımsak 
  • 10 gr. mantar (tercihen porcini) 
  • 1 su bardağı krema 
  • Tuz ve karabiberi


  • Tüm malzemeleri karıştırın.
  • Makarnayı 3 dakika pişirip süzdükten sonra sosla karıştırın ve servis edin.
  • Afiyet olsun.




Cuma, Nisan 26, 2013

The Secret Of The Grain- La Graine Et Le Mulet




   Hem uzatmadan hem de her şeyden bahsederek nasıl yazabilirim bu filmi bilmiyorum. 

   Yer Tunus’lu göçmenlerin Fransızlarla bir arada yaşadığı Fransa’nın liman şehri Séte. Yönetmen bilindik göçmen hikayelerinin aksine öteki beriki olayına girmeden göçmenlik meselesini içselleştirerek anlatmış.


   Süleyman 35 yıl bir gemi tersanesinde çalışmış hayatını değiştirmek isteyen Fransa'da yaşayan bir göçmendir. Tersane görevlilerince, çalışma süresi performansının düşmesi sebebiyle azaltılınca bu onun arayıp da bulamadığı bahane olur ve işten ayrılır. Hayali, bir teknede yöresel yemekleri olan balıklı bulgur satmak. Böylece sevdiği bir işi yıllar sonra yapabilmektir. Kalabalık ailesi, boşandığı karısı, yeni sevgilisi ve onun güzeller güzeli kızına bu hayalini nasıl anlatacak ve desteklerini kazanacaktır. Süleyman'nın işi gerçekten zordur.


   İşte tam bir festival filmiydi, harikaydı. Yönetmeni tebrik ederim ama ondan önce oyuncuları tebrik ederim bu kadar doğal oyunculuklara az rastlıyoruz artık. Filmin sonunda bütün salon alkıştan inlemiş ve gerçekten film bu alkışları sonuna kadar hak etmiş. Ancak eleştirilecek noktaları yok muydu? Evet vardı. Uzun, gereksiz bir çok monolog vardı, filmin süresi de (160 dk) zorlama bir süreydi ama sonuçta filmin özellikle son 45 dakikası beni aldı götürdü, festival zamanı izleyen bir arkadaşım filmin son 15 dakikasında bütün salonun kalkıp oynamamak için kendilerini zor tuttuğunu söylemişti. İzleyenler ne demek istediğimi anlayacaktır. Filmle ilgili tüm eleştirileri bir anda uçup gitmiş, herkes film bu nidalarıyla salonu terk etmiş.


   Yemeklerin isimlerinin lezzetiyle ilgili ipucu vermeleri gibi, (balıklı bulgur gibi) Sudan asıllı yönetmen Abdellatif Kechiche de çok hoş bir tat bıraktı damağımda. Oyunculuklar pek hoş, hikaye pek hoş, filmin sonu pek hoş...

   O tarafa ait kültürlerde, kuskusun bir aşk, özen, hatta ve hatta şehvet sembolü olduğunu hiç bilmiyordum. Bu filmden sonra iyice ikna oldum. Kuskus hassas mevzu...







Perşembe, Nisan 25, 2013

Günaydın Steak House




   Günaydın'da yediğim etin tadı hala damağımda. Hangi Günaydın derseniz eğer Aqua Florya efendim. Hava şahaneydi, manzara daha da şahaneydi. Akvaryum'a hep gitmek istemiştim üstelik yanına kadar gitmemize rağmen yine giremedik. Üzüldüğüm tek şey o oldu o güne dair. 


   Tabii tüm gün kendimizi güzelim etlere sakladık, yemek yemedik. Gider gitmez siparişimizi verdik ve ben aklımda türlü düşüncelerle manzaraya daldım. Ta ki etlerin kokusunu duyana kadar.. Önce tulum peynirli salata ve Lokum ile başladık. Ah o lokumu mutlaka yemelisiniz. Tazecik yeşilliklerle tulum peynirli salatasına bile doyamadık. 



   
   Bir porsiyon lokum 4 kişiye yetmedi doğal olarak. Bir porsiyon daha söyledik. Ardından iki kişi New York Steak, diğer iki kişi de kasap köfte sipariş ettik. Ben köfteyi ne ara yedim hiç bilmiyorum. Bitirmişim de arkadaşımın etine dalmışım:)
Yok yok inanır mısınız sadece sizler için test ettim. Yoksa doymuştum..


   Fiyatlar hakkında az çok bir fikriniz vardır. Uçuk! Ama hakkını veriyor mu? Veriyor vallahi. Ben helal olsun dedim. Yedim, yedim, yedikçe şiştim. Şiştiğimi hissetmeme rağmen yemekten kendimi yine de alıkoyamadım. 


   Günaydın Steakhouse ile ilgili daha fazla yazılacak bir şey yok. Diğer şubelerini bilemem ama Florya'da o güzel manzarada yemek yemek bana çok iyi geldi. Yanınızda da sevdikleriniz varsa eğer insan başka ne ister?Siz de üşenmeyin. Bir gidip görün. Hatta girişte cam dolapta asılı etleri gören ufak bir çocuğun 'ben içeri girip yemeye buradan başlayacağım' dediği kadar var:) Ama bir an yavru Hannibal diye düşünmedim değil hani.

                                    

Çarşamba, Nisan 24, 2013

Devamlı Kilo Alıyorsanız Bir de Ruhunuza Kulak Verin



    Dün bir gazetede okuduğum köşe yazısında kilo almanın ya da verememenin aslında bir başka sebebi de psikolojiktir diye yazıyordu.


   Mesela yıllarca obezite ile savaşan bir kadın, asıl problemin ne olduğunu çözebilmek için doktora gidiyor. Testler yapılıyor, vücut tamamen inceleniyor ve herhangi bir sorun çıkmıyor. Doymak bilmeden yemesinin ve ayarını tutturamamasının sebebini öğrenmek istiyor. Birkaç seans sonra doktor teşhisi koyuyor ve diyor ki: 'Dünyada bir yer edinmeye çalışıyorsun.'

   Kadın, çevresi tarafından çok sevilmediğini ve hayatta bir işe yaramadığını düşündüğü için aklı ve bedeni ortak çalışarak dünya üzerindeki kapladığı alanı genişletiyor.

   Yine testlerinden bir sonuç alamayan bir kadın, dönemsel olarak kilo alıyor ve her defasında bahanesi farklı. Kış kilosu, depresyon kilosu, ilaçların yaptığı kilo gibi..

   Ve her sene benzer bir döngü içine giriyor. Ne yaparsa yapsın, ne ilaç kullanırsa kullansın hep aynı. Kilo alıyor, veriyor. Yine alıyor, yine veriyor..

   Bir başka hikayenin kahramanı ise, mesela ete çok meraklı bir adam. Tatlıyı seviyor ama tuzdan vazgeçemiyor.
   Koca bir göbeği var ve arkadaşları arasında sık sık şakalara maruz kalıyor.

   Gittiği uzman önce alkolün hayatındaki yerini soruyor. Her gece iki duble içtiğini ve bunun tek keyfi olduğunu söylüyor. Yani neredeyse alkolik.

   Et, yağ ve tuz merakının kaynağı böylece ortaya çıkıyor. Vücudu alkolle kaybettiklerini geri almak ve vücudundaki etkilerini ortadan kaldırmak için çalışıyor esasında.

   Daha sonra ortaya çıkan şey şu: Aslında adamımız mutsuz. Görünürde mutlu bir evlilik, iki çocuk var ama 'Ben bu hayatı yaşamak istemiyorum' mutsuzluğu derinde yer etmiş.

   Her gece alkol ile hayaı algılama biçimini değiştirmek zorunda, hayatına ancak öyle tahammül edebiliyor. Ve hayatını değiştiremeyeceğini düşündüğü için adım atmaya korkuyor.

   Her sabah uyanıyor, kahvaltı yapıyor, çocuklar okula, o işe gidiyor, akşam evine dönüyor, yemeğini yiyor ve içkisini içiyor. Sonra da sızıyor. Ertesi gün aynı, hatta bir sonraki ay ve bir sonraki sene rutin bir şekilde ilerliyor.

   Yani kısacası beden 'mutsuzsun, alarm veriyorum, haberin olsun' diyor. O sesi duyarsan ne ala. Duyup da duymamayı tercih ediyorsan daha fena. Yani aslına bakarsanız ruh ağırlaşıyor. Biz görmüyoruz.

   Eğer kiloları ile sorun yaşayan varsa aranızda bence bir de buradan bakın bu olaya. Belki de probleminizi çözebilirsiniz böylece.

Salı, Nisan 23, 2013

'Bir O Yaka Bir Bu Yaka'




   Yazacağım kitapla alakası yok ama bir arkadaşım hislerime tercüman olmuş, bir yazı yazmış. Onu yazmak istiyorum. Mutlaka hepimizin etrafında bu tür insanlar vardır. Uzak durulması gereken.. Ben bu konuda hala uslanamamışım. İnsanları tanıyamamışım. Ama zamanla görüyorsun, yaşıyorsun ve öğreniyorsun. İnsanlar sana kendilerini zorla, gözüne soka soka tanıtıyorlar. Belki önce engelliyorsun kendince görmemeyi tercih ediyorsun ama sonra mantık devreye girince bir anda her şey net bir şekilde dank ediyor! İşte hayal kırıklığı o zaman başlıyor..

   Ama öyle işte. Böyle böyle öğreniyorsun yaşamayı. Bir zaman sonra hiçbirini umursamadan mutlu olmayı da öğreniyorsun. En güzel şekilde, en hak ettiğin biçimde..

   Arkadaşım demiş ki,

   Kendi gerçekliklerinden bile bihaber insanların, yarattıkları benliklerin egoları ile hareket ederek küçük işler peşinde pek de bilmiş bir havayla küçük oyunlar oynamaya çalışması oldukça komik oluyor işin gerçeği. Ve dikkat ederseniz hep kendi yarattıkları benliklerin egolarını karşılıklı pohpohlamayı becerebilenler birbirlerine yakın duruyor. Kendi gerçekliği ile derdi olmayanlar, mış gibi yaşamayı düstur haline getirmişler olası başka gerçekleri yaşayan, yansıtan tüm varlıklardan sadece uzak durmayıp, onları kötülemek, acıtmak ya da küçük oyunlarına alet etmeye çalışmakla meşguller. İşte bu meşguliyet içindekiler belki de sırf oyun bozulmasın diye birbirlerinin yanında, birbirlerini pohpohlayıp gaza getirebilme derdinde. Büyüklerin söylediklerinde hep bir gerçeklik payı var, körler sağırlar birbirini ağırlar.

   O yüzden ne kör olun ne de sağır. Kurduğunuz oyunların altındaki kendi öz gerçekliğinize sizi yakıştıracak; o büyük oyunları desteklemek yerine başka bakış açılarının, başka gerçekliklerin varlığını gösterebilecek oyundaşlar bulun kendinize..

   Çok beğendim Hüma'cığım. Benim de tanımladığım dış dünyaya ait sözcükler yetmiyor içimdeki akıl ve duyu özümü tanımlamaya bu ara...


   Birden kitaba geçmek zor da olsa yazmak istediğim, ismi ile halime pek uygun olan kitap Ege'den kalplerimize dokunuyor.. Ege'nin iki yakasını bir araya getiren lezzetler ile karşımıza çıkmış Gökçen Adar ve Maria Ekmekçioğlu. 

   Kuzukulağı, asma yaprağı, deniz börülcesi, ahtapot, karides, kalamar, koruk, zeytinyağı... Birbiri ardına sıralandığında akla Ege mutfağının baş döndüren lezzetleri dışında ne gelebilir ki? Ege’nin “ne senle ne sensiz” diyen iki yakası, yani Türkiye ile Yunanistan dünyanın en lezzetli mutfaklarından birini oluşturmuşlardır. Her ne kadar “Cacık mı caciki mi, pilaki mi, plaki mi?” gibi teknik konularda hala tartışıyor olsak da hem en lezzetli hem de en sağlıklı mutfaklardan birini bu iki yaka oluşturmuştur bana göre.


   İstanbul’da Rum mutfağı deyince akla gelen ilk isimlerden biri olan Maria Ekmekçioğlu ve yemek tarifleriyle, yüklü arşiviyle adından sıkça söz ettiren Gökçen Adar bir araya gelerek dünyanın en leziz tariflerini buluşturmuşlar. Ege'yi en iyi anlatan görselleri seçmişler, bakmaya doyamayacağımız manzaralar ile tadına doyamayacağımız yemekleri bir araya getirmişler.


   Yunanistan’ın ve Ege’nin en güzel lezzetlerini, kalamarlarını, karideslerini, tazecik kuzukulaklarını, Osmanlı’dan miras kalan kurutulmuş meyveleri, yüz yaşını aşmış sakız ağaçlarından özenle çıkartılmış sakızları bir araya gelmiş. Ege’nin renklerini, Ege’nin lezzetlerini, hatta Ege’nin mimarisini seviyorsanız, Bir O Yaka Bir Bu Yaka’ya bir göz atmalısınız.

   Yukarı yazdıklarıma bakarak üzgün olduğumu düşünmeyin sakın. Aksine en güzelinin olacağına inancım tam:) Sizin de öyle olsun. Tanımadığım ama mesaj atıp halimi soranlar için özel yazıyorum bunu:) İyi ki varsınız siz! Bazen en yakın görünenden daha yakınsınız bana..

 

 

 

 

Pazartesi, Nisan 22, 2013

TEGV Çocukları İçin 23 Nisan Dayanışması Ve Haftanın Neşe Kokan Menüsü




   Merhabaaa!

   Hafta sonu o kadar gezdim ve o kadar keyifli vakit geçirdim ki pazartesi sendromu bana pek uğramadı. Aslında ben fazla da inanmam o duruma ya neyse.

   Söylemek istediğim önemli bir şey var. Biliyorsunuz ben TEGV üyesiyim, çocuklara gönüllü ablalık yapıyorum. Ve yarın 23 Nisan. Malum neşe doluyor insan:) Eğer çocuklarımızın geleceklerini şekillendirmelerine biraz da olsa katkıda bulunmak ve onların da neşe içinde olabilmelerini sağlamak istiyorsanız yarın sabah başlayacak olan sms kampanyasına katılmanızı rica edeceğim. 
   
   Bu 'Ulusal Bağış Kampanyası' hakkında biraz bilgilendireyim sizi. Televizyon, radyo, gazete ve dergi gibi tüm ulusal mecralar kullanılarak şekillenecek bu kampanya ile 50.000 çocuğun eğitimine destek sağlanması hedefleniyor. Biliyorsunuz kampanyanın çok daha geniş bir erişim sağlanması için vereceğimiz destek çok önemli ve kıymetli.


   Kampanya sadece 23 Nisan günü ile sınırlı kalmayacak. 2 ay gibi bir süreye yayılarak; NTV kanalında yayınlanacak 'Her şey Çocuklar İçin TEGV Özel Programı' ve NTV radyoda 10.00, 13.00 ve 15.00 haberleri öncesinde TEGV'li çocuklarımızın katılımı ile gerçekleşecek özel 23 Nisan yayını ile tavan yapması öngörülüyor.

   Sizden istediğim iki tanecik bizler için küçük çocuklar için kocaman bir iyilik var. Okul, iş ya da sosyal çevrenizi bu konuda bilgilendirerek 'EĞİTİM' yazıp 3353'e mesaj atmanız. Her sms 10 TL değerinde olacaktır. Ve TEGV'in 23 Nisan haftası sosyal medyada paylaştığı tüm kampanya bilgi mesaj ve videolarını, '#3353'ebirsms' hashtag'i ile atılacak tüm tweetleri mümkün olduğunca çevrenizle paylaşmanız, yaymanız ve hatta çevrenizin de yaymasını sağlayarak kar topu etkisi yaratmanız.


   Sizin yazdığınız bir yorum ya da attığınız bir mesaj binlerce çocuğun eğitimine katkı sağlayacak. 

   Şimdiden hepinize çok teşekkür ediyorum. Çünkü biliyorum ki benim yazılarımı okuyanlar çookk düşünceli, çookk ince ve çookk duyarlı insanlar:) 

   Haftanın menüsünü yazıp aranızdan çekiliyorum. Yarın görüşmek üzere..


PAZARTESİ

Arpacık Soğanlı Tavuk


  • 200 gr arpacık soğan
  • Yarım kg jülyen doğranmış tavuk göğsü
  • 2 su bardağı su
  • 4 çorba kaşığı zeytinyağı
  • 1'er adet sarı ve kırmızı biber
  • 1 diş sarımsak, 2 çorba kaşığı soya sosu
  • 1 çay kaşığı susam
  • 1'er tatlı kaşığı kekik, pul biber, karabiber


  • Ayıklanmış arpacık soğanları suda 5 dakika haşlayın.
  • Kevgir ile sudan alın ve vok tavaya koyun.
  • Zeytinyağı ilave edip, soğanları 2-3 dakika kavurun.
  • Jülyen doğranmış biberleri ilave edip kavurmaya devam edin.
  • Tavuğu, sarımsağı, soya sosunu, susamı, kekik ve pul biber, karabiberi kattıktan sonra tavuk kızarana kadar kavurmaya devam edin.
  • Sıcak servis yapın.


SALI

Havuç Püresi Eşliğinde Biftek


  • 800 gr havuç
  • 4 dilim biftek,
  • 2 çorba kaşığı tereyağı
  • 1 adet soğan, 2 adet patates
  • Yeteri kadar su
  • 1 su bardağı süt
  • 1 tatlı kaşığı toz şeker
  • 3-4 dal taze sğan, tuz, karabiber


  • Tereyağını bir tavaya alıp, halka doğradığınız soğanı rengi dönene dek kavurun.
  • Havuç ve patatesleri temizleyip irice doğrayın.
  • Birlikte bir tencereye alıp üzerine 3 su bardağı su ekleyin ve haşlayın.
  • Fazla suyunu süzüp çatalla ezin.
  • Üzerine süt ve şeker katıp karıştırın. Tuz ve karabiber ekleyin.
  • Bir tavaya alıp kısık ateşte kıvam alana kadar yaklaşık 20 dakika pişirim.
  • Üzerine kavrulmuş soğanı katıp şöyle bir şöyle bir karıştırın ve ocaktan alın.
  • Daha sonra blenderden geçirin.
  • Biftekleri tuz ve karabiber ile tatlandırın ve önlü arkalı kızartın.
  • Havuç püresini tabaklara paylaştırın. Yanına biftek dilimlerini yerleştirin.
  • Üzerine kıyılmış taze soğan serperek servis yapın.


ÇARŞAMBA

Şarap Soslu Kalkan Buğulama


  • 800 gr kalkan
  • Yarın su bardağı beyaz şarap
  • 6-7 adet arpacık sopan
  • 1 adet büyük boy patates
  • 1 adet havuç, 2 adet sivri biber
  • 8 adet konserve mantar
  • 2 diş sarımsak, 10 adet tane karabier
  • 1 adet defne yaprağı
  • 1 çorba kaşığı tereyağı
  • 1 su bardağı su, tuz


  • Genişçe bir tencereye önce arpacık soğanları koyun.
  • Dörde bölünmüş patates, iri doğranmış havuç, dilimlenmiş biber, mantar, sarımsak ve tane karabiber ekleyin.
  • Daha sonra dilimlediğiniz kalkan ile defne yaprağını en üste yerleştirin.
  • Şarap, tereyağı ve suyu gezdirin.
  • Tuzunu ayarladıktan sonra pişmeye bırakın.
  • Kaynamaya başlayınca ocağın altını kısın ve 25 dakika bu şekilde pişirin.
  • Sıcak olarak servis yapın.


PERŞEMBE

Adaçaylı Hamsi


  • 150 gr çamfıstığı, ince kıyılmış
  • 24 adet hamsi
  • 20 adet taze adaçayı yaprağı, ince kıyılmış
  • 2 adet yumurta, çırpılmış
  • Beyaz şarap
  • Galeta unu, zeytinyağı
  • Un, tuz


  • Hamsilerin baş kısmından başlayıp kuyruğa doğru çekerek kılçıklarını çıkarın ve beyaz şarapta bekletin.
  • Taze adaçayı yapraklarını ve çamfıstıklarını karıştırıp  üzerine bir tutam tuz ve 4 çorba kaşığı yağ ekleyerek karıştırın.
  • Hazırladığınız iç harcı balıkların iç kısımlarına sürüp birbirlerine ikişer ikişer yapıştırın.
  • Balıkları unlayıp önce çırpılmış yumurtaya, sonra galeta ununa bulayın. Bol yağda iki tarafını da birer dakika kızartın.
  • Pişirdiğiniz balıkları tuz, zeytinyağı ve aromalı sirke ile lezzetlendirilmiş roka salatası eşliğinde servis edebilirsiniz.


CUMA

Humuslu Ve Izgara Tavuk Şişli Pita


  • 300 gr tavuk kalça, minik kuşbaşı doğranmış
  • 2 diş sarımsak, kıyılmış
  • 1/2 adet kırmızı biber, küp doğranmış
  • 1 adet yeşil biber, küp doğranmış
  • 4 adet pita ekmeği
  • Birkaç yaprak marul
  • Kırmızı soğan turşusu, dilimlenmiş
  • Zeytinyağı, tuz, karabiber

Humus için,

  • 300 gr nohut, haşlanmış
  • 2 çorba kaşığı tahin
  • 1 diş sarımsak
  • 2 çorba kaşığı limon suyu, taze sıkılmış


  • Bir gece önceden genişçe bir kasede tavukları; sarımsak, biberler, biraz zeytinyağı, tuz ve karabiberle karıştırarak marine edin.
  • Marine edilmiş tavukları çöp şişlere dizin.
  • Fırın tepsisine yağlı kağıt serip tavuk şişleri üzerine yayın.
  • Fırının ızgara modunda 18 dakika pişirin.
  • Haşlanmış nohut, tahin, sarımsak ve limonu rondoya alın.
  • Üzerine bir tutam tuz ve iki çorba kaşığı sıcak su ekleyerek rondodan geçirip humus elde edin.
  • Pita ekmeklerinizi açıp içine biraz humus sürün.
  • Tavukları şişten çıkarıp ekmeklerin içine doldurun. Marul ve soğan turşusu da ekleyerek sandviçlerinizi tamamlayıp servis edin.
  • Afiyet olsun:)



 

Cuma, Nisan 19, 2013

Bon Appetit- Afiyet Olsun




   Bon appetit sözünü ne zaman duysam veya okusam aklıma Julie&Julia gelir. Yazmıştım daha önce bu filmi. Bende yeri ayrıdır. Çok sevdiğim için hediye edilen bu filmi belki 10-12 kez izlemişimdir. Sanki ilk kez izliyormuş gibi de gülerim.


   Bugünkü filmin ismi Bon Appetit. Afiyet olsun. Fakat bu film biraz duygusal, biraz komedi, kendi halinde, güzel vakit geçirmenizi sağlayacak bir film.

   Film, aslında sıradan bir öykü. İçinde yemek geçen filmler her zaman ilgi alanım olmuştur ama bilen bilir bu filmlerin öncüsü Catherine Zeta Jones'un oynadığı Aşk Tarifi'dir.


   Bu film biraz ıssız adam/kadın tarzı bir film olmuş. Film Zürih'te geçiyor. Başrolde oynayan kızımız Hanna, şarap eksperi rolünde ve çalıştığı restoranın sahibi, evli şef ile ilişkisi vardır. Aynı restorana yardımcı şef olarak gelen Daniel ile aralarında bir yakınlaşma olsa da Hanna bu yakınlaşmayı fazla sürdürmüyor hatta 'Ben yalnız olmak istediğim için yalnızım. Seni de sevmiyorum' diyebilecek kadar da geride kalmayı başarıyor. Filmde Hugo isminde İtalyan bir şef daha var ki, benim filmdeki favorim o oldu. Huzur isteyen, ben yemeğimi yapayım, dostlar edineyim diye düşünen, tam bir keyif adamı...


   Ben filmi çok sevdim. Yalnız sadece güzel vakit geçirmek için izlenebilecek bir film. Baştan söyleyeyim. Bir Jean Reno'nun oynadığı  Chef filmi değil, bir Vatel değil.. Ama 1 saat 30 dakikamı keyifli geçireyim, dinleneyim diyorsanız bu film tam da bu anlar için!


   Afiyet olsun diye yazınca aklıma bir hikaye geldi. Cumhuriyetin 75. yılı kutlamaları çerçevesinde Bağdat Caddesi'nde 29 Ekim 1998 gecesi, daha o zaman ben ufacık tefecik bir şeyim. Caddebostan İkiler Et Lokantası hala eski yerinde, 75. yılla, Cumhuriyet'le ilgili tezahüratlar yapılıyor, en büyük Türkiye diye bağırılıyor, marşlar, şarkılar söyleniyor derken kortej tam İkiler'in önünden geçerken, birden bire hep bir ağızdan İkiler'de yemek yiyenlere doğru "Afiyet olsun şak şak şak! Afiyet olsun!" diye tezahürat yapmaya baslamaz mı insanlar! Bir an numayiş başladı sanıp endişelendiyse de yemek yiyenler, sonradan durumu anlayıp, tamamen Cumhuriyet ve kardeşlik coşkusuyla yapılmış bir tezahürat olduğunu anlayıp kalabalığa kadeh kaldırıp afiyetle yemeklerini yemeye devam etmişlerdi; ne de olsa orası Bağdat Caddesi'ydi:)

   İşte bu da böyle bir anımdır:) 

Perşembe, Nisan 18, 2013

Brunch Harikası Yakamoz Kuleli Restaurant




   Şahane bir yer yazacağım bugün. Hafta sonu da yaklaşmışken mutlaka gidip bir kahvaltı ya da akşam yemeği yemenizi tavsiye ediyorum. Kuleli Yakamoz Restaurant!


   Biz tabii saati öğlen 2 yapınca brunch yapmış olduk. Hatta iyi de oldu. Tabağıma ne koyacağımı şaşırdım. Önce bir kahvaltımı yapayım sonradan tatlı alırım dedim ama baktım 2 dilim kalmış hemen birini kendime ayırdım. Gözüm aç değil ama yanlış düşünmeyin. Karnım açtı sadece:)


   Bir arkadaşımla gittik. O kadar çok peynir çeşidi vardı ki en iyisi sadece bir tabağı ona ayıralım dedik. Gözümüz gönlümüz açılsın istedik. Sonra gelsin jambonlar, reçeller gitsin kekler, börekler, poğaçalar...


   Daha önce hiç gitmemiştim. Dikkatimi de çekmemişti açıkçası önünden geçerken tesadüfen gördük. O sırada olan tüm restoranlarda kahvaltı saati geçtiği için Yakamoz'a oturduk. Şansımıza tam benlik bir kahvaltı oldu. 


   Kuleli Askeri Lisesi yanı Yakamoz Restoran. Çengelköy'de yani. 


   Fotoğraflardan da anlaşıldığı gibi manzara bir yanda çayımız, kahvemiz önümüzde. Gidip tüm gün oturabilirsiniz. Akşam yemek için gidildiğinde daha güzel bir manzara ile karşılaşırsınız. Bizim şansımıza hava da kapalıydı. Kahve için dışarı çıktık sadece. Ücret olarak iki kişi brunch yaptık. 90 tl ödedik. Aslında normal. Artık birçok yer aynı fiyatı alıyor. Ama değdi mi? Değdi arkadaş. Tıka basa yedik mi? Yedik arkadaş!


   Hem de artık midede çay içecek yer kalmayınca kalkalım bari dedik. Yoksa sakin sakin oturuyorduk şikayetimiz de yoktu açıkçası. Üstelik çalışanlar çookk kibar. Özellikle teşekkür ettim kendilerine. Vale servisi mevcut. Ücretsiz. Sadece gönlünüzden ne koparsa artık bir şeyler vermek size kalmış:)


   İster düğün, ister nişan isterseniz de güzel kalabalık bir aile yemeği.. Hepsi için iyi bir seçenek olabilir. Brunch sadece hafta sonları oluyormuş bilginize. Ama kahvaltısının da farklı olduğunu sanmıyorum.


   Umarım tavsiyeme uyar ve gidersiniz. Ve memnun kalırsanız aşağıya minik bir not düşün isterim. Bir de 'ah diloş sayende güzel manzara eşliğinde, güzel bir yemek yedik' diye beni anarsanız pek şukela olur.



 

 

Çarşamba, Nisan 17, 2013

Frambuaz ve Limonlu Muffin tadında Yeni Heyecanlar




   Blogum Dergisi tekrar bir yarışma düzenliyor. Duymayan kalmasın! Ben başvurdum bu sefer:) Hatta çok düşündüm başvursam mı acaba henüz erken mi diye ama ne kaybedeceğim ki? Hem seçilmesem de önemli değil dedim ve hemen başvurumu yaptım. 15 Nisan-3 Mayıs tarihleri arasında başvurular yapılıyor. 5-25 Mayıs arasında da oylama işlemleri oluyor. 26 Mayıs günü oylama sonucunu öğreniyoruz.

   Çok da sorun değil maksat ufak, minik bir heyecan. Belki siz de beni desteklemek için oylamaya katılırsınız belli mi olur? :) Sahi yapar mısınız öyle bir şey?

   Ben de yarışmaya katıldım şerefine muffin yapmaya giriştim eve gelince. Komşular bile bugün menüde ne var diye sormaya başladılar. Her yaptığımdan götürüp verdiğim için. E bir yapmamdan çıkıyor 15-20 adet. Ben ne yapayım? Dağıtıyorum işte herkese.

   Tabii muffin tarifini Fernando'dan aldım. Yani Cenk'in blogundan. Onun tariflere sonsuz güvenim var. Her biri şahane oluyor. O yüzden hiç düşünmeden, aklıma muffin düşer düşmez hemen açtım sayfasını. Başladım yapmaya.

   Bu arada kendisi tanışmak istediğim tek blog sahibi kişi herhalde. Ödül aldığı kadar var. Aranızda bilmeyen varsa mutlaka bir baksın. www.cafefernando.com işte adres bu!

   Neyse ben muffinlerime döneyim. Frambuaz ve Limonlu Muffin yaptım üzerinize afiyet. Tabii Cenk uzun uzun anlatmış ama ben önemli birkaç alıntı yapayım.


Efendim Cenk demiş ki, 

İlk kural kuru malzemeler bir kapta, ıslak malzemeler başka bir kapta ayrı ayrı karıştırılacak.
Sonra ıslak malzemeler kuru malzemelere bir kerede eklenip sadece un parçacıkları kayboluncaya kadar çırpılacak.
Frambuaz gibi ufak meyve kullanıyorsanız eğer, una ilk bu meyveleri ekleyin ki birbirlerine yapışmasın ve eşit dağılsın.
Frambuazların iyi görünen birkaç tanesini ayırın. Karışımı kaplara koyduktan sonra üstlerine birer tane yerleştirin. Göze güzel görünüyor. Ben iki türlü yaptım. Birinde üstü süsledim. Birkaç tanesini sade bıraktım.
Esmer şeker hoş bir tat ve renk verdiği için tercih edilir fakat elinizin altında yoksa aynı ölçüde beyaz şeker kullanabilirsiniz.
Limonlu şekeri hazırlarken limon kabuğunu iyice şekerle ezin ki aroması ve yağı çıksın.


Şimdi 12 adet muffin elde edeceğiniz tarifi veriyorum. 

Frambuaz ve Limonlu Muffin


  • 275 gr yoğurt                          
  • 1/2 su bardağı ayçiçek yağı       
  • 2 yumurta
  • 2 su bardağı + 2 çorba kaşığı (300 gr) un
  • 2 çay kaşığı kabartma tozu
  • 250 gr dondurulmuş frambuaz, çözülmemiş
  • 2 limonun kabuğu, ince rendelenmiş
  • 1/2 su bardağı beyaz şeker
  • 1/4 su bardağı kahverengi şeker





  • Fırınınızı önceden 180 dereceye ısıtın.
  • Bir muffin tepsisini yağlayın veya muffin kalıpları döşeyin ve kenarda bekletin.
  • Yoğurdu, yağı ve yumurtaları orta boy bir kapta iyice karışana kadar tel çırpıcıyla karıştırın.
  • Orta boy bir kapta limon kabuğu rendesini beyaz şekere parmaklarınızla birbirine sürterek yedirin.
  • Diğer büyük boy bir karıştırma kabına unu ve kabartma tozunu eleyin.
  • Frambuazların ezilmemiş olanlarından 12-15 tanesini ayırıp, gerisini unun olduğu kaba koyun ve harmanlayın.
  • Ardından un ve frambuazların olduğu kaba limonlu beyaz şekeri ve ardından kahverengi şekeri ekleyin ve tekrar harmanlayın.
  • Islak malzemeleri bir kerede kuru malzemelerin üzerine dökün ve sadece un kaybolana kadar bir spatula yardımıyla mümkün olduğunca az karıştırın.
  • Muffin tepsisinin boşluklarına yerleştirdiğiniz muffin kaplarını doldurup ayırdığınız frambuazlardan tepelerine birer tane yerleştirin (yarısı hamurun içine girsin, diğer yarısı havada kalsın) ve fırına verin.
  • 25-30 dakika pişirin ve oda sıcaklığına gelince servis yapın.
  • Afiyet olsun:)




 



 

 

Salı, Nisan 16, 2013

Biz Türklere Layık 'Ekmek Bir Tutkudur'



   Ekmeği bu kadar seven ve yiyen bir millet olmamıza rağmen ekmek yapmak için bir kitap bulamamamız tuhaf değil mi?

   Evet ekmek pek çoğunuzda olduğu gibi bende de ta çocukluktan gelen bir sevgidir. Annem zamanında 'bu kadar ekmek yiyeceğine sebze ye kafasız olacaksın' demesine aldırmadan her ekmek almaya gidişimde fırın dönüşü eve gelene kadar ekmeğin yarısını bitirme huyu bir bende yoktu sanırım. Çok keyiflidir ekmeği tırtıklayıp tırtıklayıp yürümesi. Kurda kuzuyu teslim ediyorlarmış resmen!

   Ekmeği, yemek yemeyi sevdiğim kadar seviyorum. Torunlarımın 'anneanne-babaanne az ye şu ekmeği yaşlandın artık' dediklerini duyar gibiyim:)

   Evde ekmek yapmayı denedim mi diye sorarsanız hiç denemedim. Makinede de fırın lezzetini vermeyeceğini düşündüğüm için almadım. Ama bulduğum ekmek kitabı sayesinde bir tarif denedim. İlk kez yapmama rağmen öyle güzel anlatılmış ki fıstık gibi oldu! Hatta evin önünde oturup 'ekmek ister misiniz? Keskiner imalatı' diye ilan etmek istedim.

   Abarttım tabii biraz. Fakat yemek yapma konusunda kendisini başarılı görmeyenlerin bile gayet güzel yapabileceği bir kitap bu kitap.

   Şimdi ben hangi kitap olduğunu yazmadan yazıyı sonlandırırmışım:) Hemen söylüyorum. Ekmek Bir Tutkudur. Evet kitabın ismi bu. Ekmek için yazılacak en iyi isim. 


   Yeditepe Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölüm Başkanı Yardımcısı Dilistan Çilingiroğlu Shipman, ekmek bir tutkudur demiş ve sadece demekle kalmayıp bu tutkusunu kitap haline getirmiş.

   Ekmek yapmanın inceliklerini, mayalamanın sırlarını öyle güzel açıklamış ki her gün ekmeğinizi kendiniz yapabilirsiniz.

   Üstelik bir de müjde vermiş. Ekmek şişmanlatmaz! 'İşlenmemiş undan yapılan ekmeklerdeki karbonhidratın vücutta yakılarak enerjiye dönüştüğünü, dolayısıyla yağ olarak depolanmadığını ve şişmanlığa yol açmadığını biliyor musunuz?! diyor.

   Zaten o kiloyu alcak olsam ben alırdım. Babam fırıncı olsa bu kadar sevmezdim herhalde.

   Ekmek yapım tüyoları vermiş bir de. Hamur taş gibi olmuşsa eğer suyu hamurun üzerine direkt olarak koymak yerine ellerinizi oda sıcaklığındaki suyla ıslatıp hamuru yoğurun. Yumuşayana kadar tekrarlayın.

   Hamur çok kabarmışsa, üzerine kapattığınız streci zorlarsa fazla kabarmasına izin vermeyin. Alıp tekrar yoğurun. Bunu yapmazsanız fırına girince bozulur.

   Hamur kabarmıyorsa, ya maya koymayı unutmuşsunuzdur ya da suyun ısısı fazla gelmiştir. Bu durumda hamuru atmayın, yeni bir hamur yapın eskisi ile karıştırın.

   Kitaba bir göz atın hatta evinizin bir köşesinde bulundurun. Harika tarifler var içinde. Yaptıkça yapası geliyor insanın. Mesela benim denediğim bir tarifi yazıyorum size. Fransızların baget'inden New York'un bagel'ına, Almanların Brötchen'inden yazarın özel tariflerine kadar onlarca lezzetle tanışmanızı sağlayacak bu kitap.

Meyveli Ekmek Bolzane

Hamur için


  • 26 gr yaş maya                           
  • 115 gr şeker
  • 200 ml ılık su
  • 2 yumurta
  • 115 gr oda sıcaklığında tereyağ
  • 500 gr un
  • 5 gr tuz


  • Yaş maya, su ve şekeri eritip 10 dakika bekletin.
  • Yumurtaları ve tereyağını ekleyip karıştırın.
  • Un ve tuzu sıvı karışıma ekleyip yumuşak bir hamur yoğurun.
  • 2 saat kadar yağlanmış ve streç filmle kapatılmış geniş bir kapta mayalandırın.


Dolgu malzemeleri ve üst malzemesi için


  • 100 gr ceviz
  • 100 gr kurutulmuş meyve krışımı
  • 100 gr kuru üzüm
  • 2 yemek kaşığı kahverengi şeker
  • 1 yumurta
  • 1 yemek kaşığı su
  • 2 yemek kaşığı doğranmış badem içi
  • 1 yemek kaşığı şeker


  • Kuru meyveleri ve ceviz içini irice doğrayın, kuru üzümleri ekleyin ve karıştırın.
  • Karışımı üçe bölün.
  • Hamuru yuvarlak olarak unlanmış bir zeminde 1 cm kalınlığında açın.
  • Karışımın üçte birini ve şekerin bir kısmını üzerine serpiştirin.
  • Hamuru kenarlarından katlayıp birleştirin ve tekrar açın.
  • Karışımdan yine serpiştirip tekrar katlayıp açın ve karışımın kalan kısmını da serpiştirin ve yeniden katlayın. Sonra yuvarlak bir top yapın.
  • Hamuru 3 parçaya bölün ve yuvarlak top olarak pişirme kağıdı serilmiş bir tepside üzerini streç filmle kapatılmış olarak 5 saat mayalandırın.
  • Fırını 200 dereceye ayarlayın.
  • Yumurta ve suyu çırpıp hamurların üzerine fırça ile sürün.
  • Badem ve şekeri serpiştirin.
  • 30 dakika pişirin.

-İlk 5 dakika sonrasında ısıyı biraz düşürün. Çünkü yumurtayı sürünce çabucak kahverengileşiyor.